26 Haziran 2014 Perşembe

Değerli Zaman

   Bugün ilk defa yaşlandığımı hissettim.
   Güneşin batışı ilk defa içimdeki yorgun ruha dokundu. İçim ilk defa farklı kokuları algıladı. Gözlerim eskileri aradı. İçim ilk defa "geçiyor günler" şarkısını çaldı. Bu denli farketmemiştim zamanın aktığını. Bu denli farketmemiştim çırpınsam da, artık geriye dönülemeyeceğini. Aklım bunu biliyor fakat kabullenemiyordu sanki. Kabullenemediğim tek şey bu değildi üstelik. Benim unutamadığım anılar vardı ve o anıları yaşadığım insanlar çoktan unutmuşlardı. Bunun neresi adil söyler misiniz?
   Belediye'ye de ayrı bir sinirlendim bugün. Hususi en güzel anılarımın yaşandığı o yerlere artık bir ev yapılmış, parklar dikilmiş. Anlayacağınız anılarımızı ziyaret etme zevki de yaşatmıyorlar adama. Oturdum öylece izledim, uzaklara daldım bir hayli. Hayatıma bir çok erkek girmişti fakat hafızam da hatırladığım en net anı sadece onunkiydi.
   O ve ona ait ne varsa.. O kadar net ve berraktı ki. Tek kare resmi yok, mesajları sildim, ona ait ne varsa attım. Aptal kafam atamadı bir türlü! Attım sanıyordum aslında. Hayat normal akışına dönmüştü uzunca bir zamandır. Fotoğrafçı "gülümse" demese de gülümseye biliyordum. Artık hava da onun kokusu yoktu. Bizim şarkımız denilen o şarkılar radyoda çıktığı an kanal değiştirilebiliyordu. Yani hayat devam ediyordu. Ben başka, o başka yollara ayrıldı. Yanımıza yeni yol arkadaşları katıldı. Karşılaştığımız da hala gözümün içine bakar hususi. "Unutma" der gibi. Bütün suç bana bakan bir çift göz. Suçu ona atmak hafifletir belki..
   Ama bugün başıma dank eden şey bunların hiç biri değildi. Onun buradan gideceği gerçeğiydi. Sanki bunca zaman aynı şehirde olmak yetiyormuşta, gideceği zaman yaklaşınca kafamı nerelere vursam moduna giriyormuşum gibi. İlk sevgilim değildi. Lakin ilk aşktı bu kesin. İstemsiz bir şekilde kendimi onunla gittiğimiz yerlerde buldum. "Hayır burada bu yoktu" dedim içimden. Kaldırım taşları bile değişebiliyorken insanoğlu değiştiremiyor bazı gerçekleri. İnanır mısınız beraber yürüdüğümüz yolların kaldırım taşı bile değişmişti. Bunu bunca zaman farketmemiştim fakat bugün o bile gözüme battı. Anılarım bile çalınmıştı. O giderken beraberinde kaldırım taşını götürmüş, o güzelim parkın yerine bir ev dikilmişti.
   Aptalca gururum yüzünden ayrılmıştık ve ben özür dilememiştim. Ondan sonra hatamı anladım lakin ne onu geri getirebildim ne de kazandığım "özür dileme" huyuna değecek birini bulabildim. Tecrübesizdim, inatçıydım şimdi anlıyorum fakat geri getirmek ne mümkün zamanı?
   Dedim ya o şimdi gidiyor, gitsin. Ona ait ne varsa belediye de söküyor, söksün.
   Kalbimde kim gelirse gelsin en güzel yerde kalacak. O bende "özür dilemeyi öğreten adam" olarak kalacak. Bu bloğu açarken ilk yazım da onaydı. Hep saldırmıştım, yerden yere vurmuştum :) Buda sevdiğim o adama dair son yazım olsun.
   Hayat "keşke" demeyi öğretecek kadar gaddar ve bir o kadar "yaşanılmaya değecek" kadar güzel.
   Hala vakit varken ve hala sevdikleriniz yanınızda iken sıkı sıkı sarılın.
   Ve zamanınızı nasıl harcadığınıza dikkat edin. Umarım sizin ellerinizde bir avuç anı yerine tutabileceğiniz bir el olur.
   Unutmadan! Değerli zamanınızdan bu yazıya da bir parça ayırdığınız için teşekkürler. Hoşça Kalın :)

11 Haziran 2014 Çarşamba

Muhteşem Yüzyıl, Muhteşem Sezon ve Muhteşem Veda

   Dizinin müptelaları ve takipçileri bilir, bilmeyenler içinde bugün "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin final yaptığı haberini vereyim.
   Normalde bloğumda dizi yorumları ya da herhangi bir konuda yorum veya eleştiri içeren yazılar paylaşmıyorum. Lakin bu durum farklı.
   Dizinin ilk yayınlandığı bölüm yani 05 Ocak 2011 tarihini hala gözlerimin önündeymiş gibi hatırlarım. Yeni evimize taşınmıştık, boya badana yapıyorduk duvarlara. Lise son sınıftayım. Daha fragmanını görür görmez tutturmuştum, "Ben bu diziyi kesin izleyeceğim, çok güzel olacak bak görürsünüz" diye. Şu da komik bir ayrıntı olacak ki tarih derslerinden hayatım boyunca hep zar zor geçmişimdir ve pek ilgimi çekmez. Bu diziye ilgi duyunca ailemde şaşırdı ilkten. Sonra dizi yayınlandı, gel zaman git zaman diziye iyice bağlandım. 10 kadının 9'u belki 8'i gibi kendimi kadın aktörler yerine koydum. Hatice'nin aşktan yana şansına hayran kaldım, ekrana kilitlendim. Hürrem'in tatlı konuşmasıyla güldük, Mahidevran'ın ikinci kadın durumunu kabullenmek zorunda kalmasına üzüldük. Bu arada küçük bir ayrıntı daha -yüzümden dolayı Hürrem Sultan'a benzetilmeye başlanınca daha da hayranlığım arttı diziye :)
   Kanuni'nin duygularına hayran kaldık. İbrahim'le dostluğunu kat ve kat kıskandık. Şehzade Mustafa'nın kılış kuşanma töreniyle tüylerimiz ürperdi. Süleyman'ın adaletine aklımız bir türlü ermedi. Derken dizi iyice ilerledi, biz iyice bağlandık. Fakat etrafta sizin gibi düşünmeyen insanlar oldu. İnsanlarımız sadece "harem hayatı" olarak yargıladı diziyi. Bitmesi söz konusu oldu çoğu zaman. Sanki Kanuni Sultan Süleyman sürekli at üstünde sefere koşsa, televizyon ekranında kalmayacaklarmış gibi. Lakin eleştirilere saygım sonsuzdu benim. Çünkü eğer bir kişi veya bir iş eleştirilere maruz kalmaya başlandıysa, o iş tamam demektir bana göre.
   "Ama tarihte böyle değil ki" yorumlarını çok duydum, gördüm. Diziye kendini kaptırmış, gerçek hayatla bağdaştıran insanlarda gördüm. Şuna bir açıklık getirelim ki dizi "tarihten esinlenme". Yani tarihin aynısını beklemek ne kadar mantıklıydı bu açıklamalardan sonra bilemiyorum.
   Dizinin "harem hayatı" diye nitelendirilen kısmında duygu yüklü o kadar mesaj vardı ki. İbretlik, ağzımızın açık kalacağı o kadar çok sahneye maruz kaldık ki. Bir babanın, hele ki "padişah" olan bir babanın yapmak zorunda olduklarını ve günden güne çöküşünü izledik. Güç izledik, sonuna kadar devleti ve insanları için savaşan, toprağına toprak katan padişahın gücünü. Hayatta her zaman doğruların kazanmadığını izledik. Bazen "hayatta yapmaz" dediğimiz insanların o hayatta bize neler yapabileceklerini izledik. "Aslan padişahtır, Vezirleri ise terbiyecileri" ifadesiyle mal, mülk hırsına büründüğümüzü de gördük. Bir kız kardeşin, erkek kardeşleri için geleceğini feda etmesine ne demeli peki? Hani hiç bir çocuk diğerinden ayrılamazdı?
   Diyeceğim o ki dizi, almak isteyen insana mükemmel mesajlar veriyordu. Bu birazda bakış açısı farklılığıydı.
   En başında yazdığım gibi tarihi sevmeyen ve zar zor geçen ben, şu an üniversite 3.sınıfımı bitirmek üzereyim. Sıcacık evimde başladığım bu serüvene, yurtta gözlerimi kırpmadan, ailemden uzakta devam ettim ve bitirdim. Bu dizi sayesinde ecdadımı merak etmeye başladım. Bu dizi sayesinde elime tarih kitaplarını almaya başladım. Bu dizi sayesinde sorgulamaya başladım. Yaşadığımız yüzyıla şükürler ettim.
   Böyle bir projeye bu sözler az bile.
   Öncelikle Rahmetli Meral Okay, Tuncel Kurtiz gibi emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
   Oyuncu kadrosu olarak 139 bölüm boyunca sanki gerçekmiş, gerçekten bizde orada, yanlarında bu olayları yaşıyormuşuz gibi hissettiren Halit Ergenç ve adını saymakla bitiremeyeceğim o dev kadroya da sonsuz teşekkürler.
   İlk günden bu yana, ekranda estetiği ile müzikleri ile kendini geliştiren dizinin sorumlularına da teşekkürler.
   Muhteşem Yüzyıl,
   Muhteşem Sezon ve MUHTEŞEM VEDA..