21 Ağustos 2014 Perşembe

BİR GENÇ KIZIN HİKAYESİ

Bazen boğazınızda bir düğümle dolaşırsınız. Unuttuğunuzu, en derinlere gömdüğünüzü düşündüğünüz bu düğüm, hala çözülmeyi bekler oysa ki..
   Yutkunurken, nefes alıp verirken, yemek yerken, konuşurken.. O daima oradadır. Bir şey olduğunu bilirsiniz ama çözüm bulamazsınız ya hani. İşte o kursağınızdaki hevesler, gerçekleşmesini umut ettiğiniz hayaller, keşkeler, pişmanlıklar, çocukluk dönemi, evliliğinizin ilk yılları belki.. Ne varsa aklınıza gelen, nerede kaldıysa o düğüm. İstediğiniz kadar unuttum deyin, o düğüm daima orada.
   Her birimiz oyuncuyuz aslında, ünlü değiliz sadece. Henüz tanışmadık, belki bir gün yollarımız kesişecek ve siz benim hayatımın sergilendiği pembe dizede başrol oynayacaksınız. Belki ben size başrollüğü yakıştıracağım ama siz bunu istemeyip, bende geçip giden bir anı olarak kalacaksınız. Yani düğümlerime, bir düğüm daha atacaksınız. Unutmak için, her şey yolunda pozu vermek için oyunculuğu devam ettireceğiz. Ta ki bir gün perde kapanana ve sahne bitene kadar.
   Dönüpte filmimi izleme olanağım olursa şayet, oyunculuğun hakkını vermiş olmak istiyorum. Öyle bir oyunculuk ki bu "tüm söylemek istenilenler yarım kalmış". Bu öyle bir oyunculuk ki yalnız başınıza ağlamışsınız, keşke demişsiniz, ailenizi kaybetmişsiniz, şarkılar yaranızı deşmiş, kitaplar yatak arkadaşınız oluvermiş.
   Şimdi söyler misiniz? Hala oyuncu olmak ister miydiniz?
   Hıçkırarak ağlamak gerekir bazen, olsun varsın ağlayın..
   Bazen haykırmak gelir gerçeği içinizden..
   Bazen zor olsa da beklemek gerekir, sakin olmak için.. Öfkeyi atmak için..
 
Ben bugün perdelerimi henüz indirmemişken, kulağımda bir müzik ve karşıma aniden çıkan bir fotoğraf karesiyle geçmişin tozlu raflarına dokundum.
   Düğümler hala oradaydı ve ben onlara dokunabiliyordum...
   Hala perdeler inmemişken..
   Bir umut vardı, Düğümleri çözülmüş kadınlardan olmak için..
   Bir umut daha vardı,  O düğümlere dokunabilecek insanları bulmak için..

Artık elimde bir düğüm ve bir umut var.
Perde de ise BİR GENÇ KIZIN HİKAYESİ..
 

14 Ağustos 2014 Perşembe

Bir Küçük Polyanna

Sıcak bir Ağustos gününde, kesinlikle yapılmamalı listenizin en başında kesinlikle bankaya gitmemek olmalı. Bence hiç bir insan yaz ayının en güzel dakikalarını o sırada çekmemeli, çekmesin..
    Tam da böyle düşünürken ve hala elimdeki sıra numarasının gelmesini beklerken, etrafıma bakınmaya başladım. Daha doğrusu bakınırken bir çifte diktim gözlerimi. Sağır ve dilsiz bu çift, beden diliyle ve el işaretleri ile anlatıyordu dertlerini. Ne kadar doğal ve ne kadar etkileyiciydi. Benim gibi bir çok insan da "Acaba bunlar ne demek istiyor?" der gibi çifte bakıyorlardı. Aşkta kazanamadığımız gerçeği banka sırasında bile insanın yüzüne vurulur mu? Bu haksızlık :)
    Bu düşüncelerle boğuşurken; kendi boşluğumda, kendi hayal dünyamda huzuru yakaladım. Kimsenin yıkamayacağı, ben dahil etmezsem katılamayacağı, beni kimsenin yargılayamayacağı, içimden hangi çılgınlıklar geçiyorsa, gerçekte beni durduran ne varsa hepsini çöpe attım. Artık kulaklığımdaki müziğe ve hayallerimin kollarına teslimdim.
    Öncelikle "bu okul bitme arkadaş" dediğim zamanlarımı hatırladım. Ne yazık.. Artık büyümek için kudurduğum ve mezuniyeti iple çektiğim zamanların ne kadar da saçma ve bencilce olduğunu farkettim. Üniversite son sınıf öğrencisi olarak, bir daha en baştan teklifi yapılsa bir dakika bile düşünmez, kabul ederdim. Sonra başladığım noktayla, şimdiki zamanı kıyasladım. Şimdi savaşmam gereken daha büyük sınavlar vardı. kesinlikle yabancı dil öğrenmeli ve tabiri caizse bir işe girmek için kendimi pazarlamalıydım. Sonrasında girdiğim işte de satacağım ürünleri! Sonra evlenmeliydm, çocuğum olmalı ve anne olmalıydım. Yani benden beklenen buydu öyle değil mi?
    Aslında hayatımıza sıraya sokan sadece ailelerimiz değil, arkadaşlarımız da. 21 yaşındayım ve kız kıza oturduğum zaman erkek arkadaş ve evlilik hayallerinden bahseden kız tayfasındayım. Halbuki 10 yıl önce böyle bir derdim yoktu. Bu kesinlikle bize açılmış büyük bir savaş! 10 yıl önce para kazanmak için telaşım da yoktu. Elimdeki 10 lirayı harcamaya kıyamazdım çünkü. Şimdi öyle mi? 10 lirayla alınacak şeyler çoktan belli.
   Sonra farkettim ki yaşlanıyorum ve bu sahnelerden hiç hoşlanmadım. Sildim bütün senaryoları ve kendi hikayemin senaryolarını yazmaya başladım. Kesinlikle yurtdışına çıkmalıydım, kesinlikle yazmaya devam etmeliydim, kesinlikle fotoğraf çekme tutkumdan vazgeçmemeli, müzik dinlemeyi asla bırakmamalıydım. Gün içerisinde kesinlikle deniz kenarına uğramalı, kitap okumalı ve yanımda sevdiğim adam olmalıydı. Kimseye beğendirmeye çalışmadığım, kimsenin sesini duymadığım bir hayat.. Huzur dolu bir hayat.. Ve gün gelip pişman olduğumda kendi vicdanıma hesap vereceğim hayallerle dolu bir hayat..
   Bu hayalleri düşünürken de bir başka çiftin tartışma sesiyle irkildim  ve gerçek hayata geri döndüm. Tanrım sanırım hala küçük bir Polyanna olarak kalmalıyım..
   Hayat YİNE mesajını vermekte gecikmiyor ne yazık ki! Gerçek hayat bu kadar kusursuz değil..

7 Ağustos 2014 Perşembe

Aynı Yıldızın Altında/ The Fault In Our Stars

Hani bazen bir film izlersiniz ve etkisini üstünüzden atamayacağınızı düşünür, belirli bir süre o filmle birlikte yaşarsınız ya. Şu an ki durumumun tarifi tam da bu.
   Aynı Yıldızın Altında (The Fault In Our Stars) bu bir kitaptan çeviri. Yazar John Green kitabını okumak için malesef ki vakit bulamıyordum ama filmine gitmek için kendime söz vermiştim. Sonunda bugün bu fırsatı yarattım. Aslında film klasik bir aşk hikayesi. Kanser hastası bir genç kızın hayatıyla başlıyor film. Kız realist yani başına geleceklerin farkında ve ölmeyi kabullenmiş, hayattan kopmuş. Ailesi ve doktorunun israrı üzerine psikolojik bir destek grubuna katılıyor. Kendisi gibi kanserin türlü çeşitleriyle savaşan insanları görüyor ve içlerinden genç bir çocuğa aşık oluyor. O andan itibaren, kızın ve tabi ki ekran başında izleyenlerinde büyüsüne kapılacağı hikaye başlıyor.
   Peki film neden etkiliyor? diye soracak olursanız. August yani genç erkeğin hayata bakışıyla, benim bakışım hemen hemen aynı. Tek bir fark var: umudumu kaybetmekle, onu kazanmak arasında direniyorum. Küçükken psikolojik destek grubuna katılan biri olarak şunu demeliyim ki etkileri oldukça fazla. İnsanların ortak korkusu "ölüm" Benim ki ise "yalnız ve hatırlanmayacak bir hayat korkusu".
  Her zaman en azından birinin hayatını değiştirebilecek, biri için mucize yaratabilecek biri olmayı hedefleyen bir insan oldum. Hayatımdan silmek istediğim yıllarım olsa, kesinlikle lise olurdu. Düşünsenize oranızı buranızı kesiyorsunuz, ailenize baş kaldırıyorsunuz hatta evden kaçıyorsunuz, erkek arkadaşınız sürekli bir cinsellik fikrinde yada benimki gibi aldatıldınız ve bunun adına ne yazık ki büyümenin bir parçası olan "ergenlik" deniliyor. Telafi cümlesi ise "geçecek"
   Neden geçmiyor? İnsanoğlu neden unutma eylemini tam da gerektiği zamanlarda bir türlü kullanamıyor. Bir şeylerin üstü örtülüyor lakin unutulmuyor ya da tam anlamıyla temizlenmiyor. İşe yaramaz bir hayat geçirmek istemiyorum. Belki de bu yüzden evlatlık çocuk istemem, belki de bu yüzden Çocuk Esirgeme ya da Huzur Evi gönüllüsü olmam. Unutulmaktan ve değersiz olmaktan korkmak. Sürekli met edilmeyi beklemek belkide bu yüzden..
   Filmlerin gerçek olmadığını bildiğimiz halde yine de düşlemek belkide bu yüzden. Hala güzel şeyler olduğuna, olabileceğine kendimi kandıran ben bazen böyle de uçurumun kenarına gidebiliyorum. İnsanlar kanserle belkide dermanı bulunmayan hastalıklarla uğraşırken, "ben kendimi kalabalıklar içindeki yalnız kız çocuğu modundan çıkartıp yaşanacak güzel şeyler olduğuna ikna edemiyorum"
   Eğer direnip bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız -ki çok çok teşekkürler- hayatın güzelliklerine ve direnme gücünüze bir kez daha hayran kalın ve benim yerime kendinizi alkışlayın. Bunu hakediyorsunuz. Çünkü en zor şey insanın kendisiyle, kendi vicdanıyla savaşması. Eğer siz bu savaştan galip gelebiliyor ve yeni güne umutlar biriktire biliyorsanız, inanın bana siz gerçek bir savaşçı ve unutulmayan bir destana sahip olacaksınız.
   Eğer kendi küçük hikayenizi aylaşmak isterseniz de lütfen yazmaktan çekinmeyin. Belkide benim yazıl birine, birinin hayatı bana ışık tutacaktır. Yüzünüzden gülümseme, hayatınızdan umutlar hiç eksik olmasın.
Hoşça kalın..