22 Temmuz 2013 Pazartesi

Hayat Sahnesi Denilen Yerde Banada Bir Rol Verir Misin?

   Sizinde hayatın akışına kendinizi bıraktığınız o zamanlarda, uzunca dalmalarınız oluyor mu? Geçmişinizin film şeridi gibi gözünüzün önünden geçtiği yada gelecek hayalleriyle süslediğiniz henüz yaşanılmamış ama belleğinizde çektiğiniz, oynatılmak üzere beklenen bir sürü film..
   Bu sefer ki uzaklara dalışım bir film izlerken oluştu benimde. O oynadı, ben kendimi koydum başrole. Keşke dedim keşke bizimde hayatımıza böyle dostlar, böyle aşklar girse.. Tam hayattan kopacağınız, ben ne yapacağım dediğiniz o anda filmlerdeki gibi bir kurtarıcı.. Belkide bir "Sihirli Anne" fena olmazdı öyle değil mi? :) Ne yazık ki o sahneleri pek yaşamıyoruz, belkide hiç yaşamıyoruz. Ama ne güzel hayaller kuruyoruz değil mi? Bense daha realist oldum bu sefer. Hayatımı şu "zeka küpü" adı verilen rengarenk kareyi, renklerine oturtmakla uğraşırken buldum. 6 farklı renk içinde, laciverte takılmışım mesela. Tam onu yapacağım derken sarı mahvolmuş. Yada azıcık kırmızı oluşmaya başlamış. Şimdi ne alaka diyeceksiniz? Diyeceğim o ki hayatlarımızda böyle. Hepimiz lacivert, sarı yada artık hangi renkse onunla uğraşırken hayat bizim için ağlarını örmeye devam ediyor. O an için isyan edip düzgün gitmiyor diye şikayet ediyoruz, çünkü bir renk oluşturmak için diğerini mahvediyoruz. Aradan biraz zaman geçince anlıyoruz ki aslında başka bir renkte elde etmeye başlamışız, farkında değiliz.
   Evet, her günümüz mükemmel değil. Ama her günün içinde yüzümüzü güldürebilecek şeyler olduğunu görmeyi beceremiyoruz ne yazık ki. Gıpta ediyoruz, özeniyoruz, şikayet ediyoruz ama düzeltmek yerine hayatın bizimle uğraşmasına göz yumuyoruz. İkimizin de bildiği ve bütün bu filmlerin ortak noktasına dikkat etmelisin "İnanmak".
   Eğer bu yazıyı okuyorsan seninde hayatın bitmemiş demektir. Bugün ne olursa olsun, yarın için bir şansın var demektir. Belkide sen birilerini yüreklendirmelisin yada birileri seni kurtaracak bilemezsin. Ama hala hayatın devam ediyorken, yüzünü güldürecek bir şey yapmayı ve sevdiklerini de güldürmeyi unutma olur mu? Belkide birinin filminde başroldesindir yada senin başrol oyuncun gelecektir, bilemezsin.. Bir de unutmaman gereken son şey, o filmleri tekrar oynatabilirsin fakat gerçek hayatta şans eline bir kere geçecek bilmelisin.

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Çok Şeyi Vardı İnsanın Fakat Mutluluğu Az Kaldı. .

   "Vazgeçmek olmaz."  İç sesinin bu denli yükselmesine kendisi bile şaşırmıştı. Bu yarım aklımla, hala içim içime sığmazken vazgeçmek olmazdı hayallerden. Ruhum benden uzaklaşmış, duygusal anlamda çökmüşte olsam, yüzümdeki gülümsemeyi koymadan yaşayamazdım.
   Aslında böyle biri değildi hiç. Dışarıdan bakan herkes ona imrenir, güçlü duruşuna bayılırlardı. Neyse ki içeride işlerin nasıl döndüğünü kimse duyamıyor diye sevindi bir an. Ne zaman yere düşse, birinden yardım istese hiç bir şey onu iyileştirememişti. Fakat bir gün uyanınca bu iş olacak! dediyse o iş kesin olurdu. Yani milyon tane ses duysa etki etmez, ancak ve ancak kendi istediği zaman değişirdi her şey. Bugünde öyle günlerden biriydi işte. Haftalardır gözünden yaş, aklından duymak istemediği sesler eksik olmamıştı. Kendi kendini yeyip bitirmeye devam ediyordu ki gözü aniden televizyona ilişti. Daha doğrusu izlemekte olduğu televizyonda, berbat dizi araları reklamlarından oluşan bir seri başlamıştı. Sinirlenmiş ve umursamazca ekrana bakıyordu ki, bu reklam filminin diğerlerinden farklı olduğunu keşfetti. Bu bir "engelli" hayatları anlatan reklamdı. Kolu olmadan yüzebilen, sakat ayakla basketbol oynayabilen ve akli denge problemi yaşayan bir sürü insanın yüzündeki gülümsemeye takılı kaldı o an. Reklam filmi çoktan bitmiş, fakat o hale gülümseyişte kalmıştı. Ne de güzel gülüyordu o insanlar. Oysaki ilk dediği şey "iyi ki böyle değilim" olmuştu. "Hala aklıma ve bedenime hükmede biliyorum" diyerek bir oh çekti. Biraz zaman geçince asıl problemin kendi olduğunu irdeledi. Utandı. Yüz kızarıklığını hissetmezmiş gibi iç sesi de onu ayıpladı.
   Çünkü önemli olan akli dengeniz olmaması değil yada bir kolunuz, ayağınız olmaması değil. Yanlış anlaşılmasın bunlar tabii ki önemli ve şükür edilmesi gereken konular. Benim anlatmak istediğimse farklı. O insanlar bunca engele rağmen yaşamanın bir yolunu bula bilmişler ve direniyorken, en önemlisi ise gülebiliyorken biz neden yapamıyoruz? Her şey arasında bir hiçiz aslında. Elindeki oyuncağı beğenmeyen, gözü doymayan çocuklardan bir farkımız yok aslında.
    Ve son olarak her yerde hayatın anlamını arıyorken kendine bakmayı unutanlara küçük bir not;

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Hayatımıza Girmesi ile Çıkması Hep Aynı Kalanlara; "Giderek Yabancılaşanlara"

 Ne ilginç değil mi? Yıllarca sizden habersiz doğup büyümüş birini dinlemek, sesini duyabilmeyi istemek fakat hiç bir notaya işleyememek. Bir kokuya özlem duyabilmek fakat başka hiçbir yerde o kokuya rastlayamamak. Kağıda dökebilmeyi isteyipte, kağıtta onun yüz ifadesinin canlanabilmesi ne ilginç değil mi?
   Evet, yoğun yaşanılan ve bir o kadar da çabuk tüketilebilen duygudan bahsediyorum sizlere, "AŞK". Yazmaya çalışsak kelimelerimizin kifayetsiz kaldığı, aniden aklımıza düşüpte yüzümüzü güldürebilen, konuştukça -daha çok konuşsa da dinlesem diye iç geçirdiğimiz anlardan oluşan o duygudan bahsediyorum size. Fakat her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bitebiliyor bazı aşklarda. Başlangıçta o güzel geçen anılarınızla direniyorsunuz, onlara sarılarak sorunların geçebileceğini sanıyorsunuz, sonra yavaş yavaş uzaklaşıyorsunuz o kokusunu sevdiğiniz insanlardan. Görmediğiniz zaman dakikaların geçmediğini düşündüğünüz vakitler, yerini birbirinizden uzak kapkara bir boşluğa, saatlere, günlere bırakıyor. Elinizden düşmeyen telefonlarınız, bir mesaj karşısında oluşan gülümsemeleriniz yerini masanın üzerinde çalmayı bekleyen cihazlara bırakıyor. Kurduğunuz hayaller yerini acabalara bırakıyor. Hala bir umut var mıdır diye düşündüğünüz zamanlarınız artıyor. Kalabalık arasında bir anda yalnızlaşıyorsunuz, kendinize bile yabancılaşıyorsunuz.
   Şimdi haklı olarak soracaksınız, sen nereden biliyorsun bunları diye? Biliyorum, çünkü yaşadım. Nasıl da hayaller kuruyoruz değil mi, nasılda gerçekleşecek diye kendimizi kandırıyoruz her defasında. Daha tanımıyorken karşımızdakini, nasılda oturtuyoruz nikah masasına. Ne kadar kırılsakta, üzülsekte toz konduramıyoruz ya onlara ne ilginç değil mi?
   Aslında iyi biriydi onlar. Ama sakarlardı hep, bilmezlerdi ne yapmaları gerektiğini. Bu sefer de bilmeden kalbimizi kırıvermişlerdi işte. Önceden güvenimizi de kırmışlardı, hayallerimizi, umutlarımızı... Sanırım onlar soyut olacaktı ki, somut bir sonuç elde etmek istemişlerdi bu kez. Bu kez de kalbimizi kırdılar, keşke kırmasalardı, o kalbin içinde kendilerinin olduğunu bile bile yapmışlardı bunu. Kalp ağrılarımızın birer sahipleri olmuştu artık. Peki onlara ne mi oldu? Kendi kendilerinin celladı oldular. .