27 Mart 2013 Çarşamba

Sessizliğim Karanlık Ama Aydınlık Bir Gülüş de Var :)


         Kafasındaki bir sürü soru işaretini, kulağındaki müziği sürekli tekrar ederek dinliyordu. Aniden renkli olan hayatı, bazen bir melodiyle, bazen bir anıyla yerle bir olabiliyor, birden tüm renkler siyah-beyaza dönüşebiliyordu.
      Zamanla insanların konuşmalarından kendine yarayacak kısmı çıkartır olmuştu. “Yalnızlık” kelimesiydi şu sıralar canını yakan. Kendi iç sesiyle fazla yakınlaşmıştı. İnsanları anlamaya çalışmak yormuş, hala hayretle bazı davranışlarını izliyor, bir türlü anlam veremiyordu. Hal böyle olunca gitgide onları oldukları gibi kabullenmeye ve kendine dönmeye başlamıştı. Özü bir türlü kabullenemiyordu bu durumu fakat en sağlıklısı da buydu. Kendini güçlü biri göstermekten, güler yüzünden sıkılmıştı artık. İçine dokunan biri olsun istiyordu, aslında bakışlarının altında yatanları anlasın, söylemek istediklerini ama dile dökemediklerini biri fark etsin istiyordu. Sadece sevgili değildi bahsettiği, bir dost, bir arkadaş, istediği aslında bir yardım eliydi sadece. Kendi başına olacak gibi değildi çünkü sürekli eksik bir parça, sürekli aynı şeyleri defalarca düşünme, gitgide yaşlandığını hissetti bir an. Bedeni şu an burada ve genç; ruhu ise kendisinden milyonlarca kilometre uzakta ve yaşlanmıştı.
      Biraz gülmek istiyordu sadece. Ama artık gülmek onun için fiziksel bir iş gibiydi. İnsanların sorularından ancak ve ancak gülümseme ile oluşturduğu maskesi kurtarıyordu onu. İçinde söylemek istediği, yaşamak istediği o kadar çok şey vardı ki. Bazen ayna karşısına geçip “hayır bu ben değilim” derdi kendine. Kızardı, hırpalardı kendini. Sanki aklındaki düşünceler yormazmış gibi, kendi gözlerinin içine baka baka etrafa savurduğu gülücüklere kendini de inandırmak istedi, sadece bir an bu yaptığı şeyi aptalca bulup gülümsese de, eski buhran halini alması çok uzun sürmedi.  Bir türlü işin içinden çıkamıyordu. Sonra aklına küçükken ne olacaksın sorusuna verdiği cevaplar geldi, ilk cevabı yalnız olmak istemiyorum olmuştu, ikincisi topuklu ayakkabı giyeceği herhangi bir yerdi.  Galiba birinci cevabı çok istemiş olacaktı ki, gerçekleşmiyordu bir türlü. Herkese kucak dolusu güvenle, sevgiyle yaklaşırdı, sonra bir hatada puff hepsi uçar giderdi. Tereddütlerden, şüpheden hiç hoşlanmazdı gel gelelim hayatı boyunca hep bu duygular içine sıkışmıştı. O an gözü cama ilişti bir anda, küçük bir kız çocuğu rengarenk balonlarıyla kahkahalar ata ata yürüyordu yolda. İçinden geçirdiği ilk şey, “içimde ne varsa beni bu kadar sıkan, doldurup taşıran; hepsini bir balon içine üfleyeceğim sonra patlatacağım bir güzel geçip gidecek. “ olmuştu.
   ----İçinizde ölmeye yüz tutmuş, belki de ölmüş ama yükü hala sizde ağır olan o duyguların hepsini içinizden çıkarın, sessizliği bozun aniden ve kendinize bunu tekrarlayın taki gerçek bir kahkaha atana kadar. Ben bunu bir balonla yapacağım, sende kendi yolunu bul okuyucum. Ama sakın sessiz kalma, mesela aç bir müzik avazın çıktığı kadar bağır, hopla, zıpla ya da al bir kâğıt karala durmadan, resim çiz, çöp adamda olsa güldürmeyi başar kendini. Çünkü hayat çok kısa, bırak kendini ve artık deli dolu yaşa. .  En içten kahkahaların oluştuğunda da bu anı ve beni sakın unutma
J

23 Mart 2013 Cumartesi

Kocaman Açıyorum Ellerimi, Bana Papatyalarınla Gel


  Bazıları der ki "insanın başına gelebilecek en güzel şeydir aşk" hatta bazıları fazla abartır, onsuz yaşanılmaz derecesine getirir. Bazıları ise "aşık olmak güzel olabilirdi eğer sonrasında acı ile kavrulmasaydık" der.
  Hatırlamak için bir hafızamız varken, unutmak zorunda kalmak ne acı öyle değil mi?Zamanla unutuluyor ama zihninizde bir yerlerde, en alta gömdüğünüz o anılar bir gün su yüzüne çıkıyor. İşte o anılar hiç çıkmasınlar ordan. Ben tecrübeyi sevmem mesela. Neresi güzel ya, acı çekerek öğrendiğimiz bir şeyin nesi güzel olabilir ki? Bir sobaya dokunuyorsun, o elini yakıyor ve sonra bir soba gördüğünde diyorsun ki o beni yakar, ona dokunmam. Peki gördüğün diğer soba yanıyor mu, yanmıyor mu bunu biliyor musun? Buda onun gibi bir şey işte. .İnsan ister istemez, tecrübelerinden ders alarak önünü kesiyor olacakların. Ama olgunluk öyle değildir, yaşınız ilerledikçe bir şeylerin fakına varmak, hatanızı anlamak, düşünmek en önemlisi de bunlar güzeldir. Lakin sizde biliyorsunuz ki tecrübelerimiz sonucu olgunluk oluşur. Acıların peşinden güzel bir şeyler olması da hayatın bize oynadığı en büyük oyun herhalde.
   Şu da bir gerçektir ki, ben büyüdükçe anlıyorum bazı şeylerin değerini. Mesela aşk yok bana göre. Ama sevgi var, saygı var, fedakarlık var. İki insan arasındaki en uzak mesafe sadece ve sadece düşünceleridir. Birbirini anlayabilen insanlar arasında söze bile gerek kalmaz bazen. İşte öyle insanlar için vardır aşk, bu bir bağlanma biçimidir onlarda.
    Düşünün bir yoldasınız ve ağır adamlarla ilerliyorsunuz, eğer yanınızda o yolu özel kılacak biri varsa yada şöyle demeliyim sizin yürüdüğünüz o yolda görmediğiniz bir şeyi gösterebilen biri varsa, onu sakın bırakmayın. Çünkü hayat aynı görüşteki insanlarla yürüyemez bazen, siz zaten o yolu yürümüşsünüz biliyorsunuz, eğer yanınızdaki insanlar o yolda size anlam katmıyorsa, bırakın. 
    Demem o ki, bu yol sizin ömrünüzdür. Adım adım ilerlediğiniz ve yanınızda veyahut arkanızda ilerleyen insanlarla devam ettiğiniz bir yol. . Bırakın onlar arkanızda kalsın. Sizi yoran, üzen ne varsa onları bir çakıl taşı olarak görün. Ama şunu unutmayın, çakıl taşları küçüktür lakin kayıp düşmenize sebep olabilir bazen. O çakıl taşlarının o canlı renklerine kanmayın. Tabii birde hiç gitmesin dedikleriniz var, işte onlarda sizin papatyalarınızdır. Ne zaman seviyor/sevmiyor  diye sorsanız, hep "seviyorum" çıkan papatyalardır onlar. Sizinde ömür denilen bu yolda, papatyalarınızı kaybetmemek ve çakıl taşlarına rağmen dimdik yürüyebilmeniz dileklerimle.  :)


Belkide Mutluluk Körebe Oynuyordur Bizimle. .


   “Yoruldum” dedi kadın. Düşünmekten, hatta öyle bir düşünce ki bu beyni kemiren;  unutmaya çalışmaktan yoruldum. Böylesine delice bir düşünce bunalımından çıkmak için mücadeledeydi kendinle. Her şeyin sonu olduğunu biliyor fakat bir son olduğunu kabullenemiyordu bir türlü kendince. Sahi dile gelince kolay söylenebilen sözler, neden yüreklere işlemiyordu?
    Uzun bir süre oturduğu yerden dışarıya bakındı. Bir sürü tanımadığı yüzü çözmeye çalıştı, acaba bir kendi miydi bu denli zihnini meşgul eden. “Bu insanlar” dedi, “bu insanlar nereye gider, ne yapar, ne düşünür, zaman nasıl işler onlarda?” Zaman işliyordu elbette. Eskisinden de hızlıydı üstelik. Bazı anlar delicesine kahkaha attıran, bazı anlarda –ki şu an öyle bir andaydı-  da onu böyle düşünceler içinde bırakıp kaçardı zaman. Yaşamasının bir amacı olmasını dilerdi hep.
   “Sanırım zorlanıyorum” dedi. “Küçük yaşta, bu düşüncelerden yıpranacağım, düşünmek istemiyorum artık” diye geçirdi içinden.  Havalardan mı desem, belki de şarkılardan. O kadar karamsar, o kadar buhran içindeyim ki. Sahi neden bu üzerimdeki sis? Ne zaman çekilir bu kara bulut, güneş açacak mı tekrardan? Bahar gelip benimde içime kıpırtı katacak mı? Gelmeli bahar, açmalı çiçekler ve yüzüm gülmeli yeniden. Belki de bir çiçeğin açışı mutlu eder beni ya da yazın çıkacak tatil içerikli şarkılar da olabilir.
    Evet, evet kesinlikle “tatil” kelimesi bile huzur verdi şu an. İçimdeki kara bulutlar kalkmalı, artık o derinden nefes almalar yerini gülüşlere, heyecanlara, çekirdek çıtlatma seslerine bırakmalı mesela. Artık kötü haber duymak istemiyorum ben mesela, her gün cinayet haberleri, lüzumsuz kavgalar, asparagaslar, suçlamalar. Sahi düşününce ne kadar çok mutsuzluk yaratacak neden var, gel gelelim mutluluk yok. Beni bu sonu olmayan, ıssız bucaksız düşüncelerimden kurtaran neden bir şey yok” diyerek devam etti düşüncelerine. Biliyordu, kendini yıpratmaktan başka bir şey değildi bu, yapmaması gerekiyordu farkındaydı. Gel gelelim sanki beyni kendisinden bağımsız bir organ gibi, sürekli hükmediyordu ona. Binlerce düşünce kuytu yerlerinden çıkıp gene esir almıştı onu.
    Sonra bir on dakika durdu, düşündü. “Bu ben değilim” dedi içinden. “Ben bu kadar güçsüz değilim, hala buradayım ve pes etmeye hiçte hevesim yok”. Aklından geçen cümleleri o an döktü kağıda; “Benim biraz yaşamaya ihtiyacım var, tüm bu dertler içinde. Benim nefes almaya ihtiyacım var, bu isli şehirde. Benim gülmeye ihtiyacım var, kader yazgım içinde.  Kaybedecek vaktim yok, akıp giden bu zaman içinde. Artık şimşek çaktı, yağmur da yağdıysa gökkuşağım nerede? Bende o gökkuşağını yaratmak için güneş açtıracağım zihnimde” dedi ve bir düşünce buhranından da kendisini tebessümle kaldırdı sandalyeden.
    ----Yaşam sizi zorlayabilir, buna alışkınız. Lakin önemli olan zorlandığımız o anlarda, en dipte bile olsak kendi kendinize oradan kalkmaktır. Yaşam amacınızı bir insana bağlamayın, kendiniz bir neden yaratın her zaman. Çünkü bir gün herkes gittiğinde, baş başa kalacaksınız kendinizle. Unutmayın ne olursa olsun, güvenebileceğiniz tek insan kendinizdir. Çünkü bir insana duyduğunuz güveni kaybettiğinizde, kendi içinizdeki inancı da kaybetmiş olursunuz. 
    Son olarak  A.J. Cronin bir sözüyle sonlandıracağım yazımı. "Üzülmek, yarının sıkıntısından bir şey eksiltmez, sadece bugünün gücünü tüketir."  Sizin içinizde, sizin bile farkına varamadığınız o derin kuytularda, sizi bekleyen bir gökkuşağı var, onu bulabilmeniz dileğiyle. .

18 Mart 2013 Pazartesi

Metin Bozkurt benim için yazdıııı :)

Kaderin Cilvesi

    Kaderin cilvesi işte.. Bazen insanı yanlışa sürükleyip, doğru olanları kaybettirir. Bazen de tam tersi olur. Yanlış olandan kurtulur, doğru olanları kazandırır.
    Öyle bir cilveleşir ki seninle bazen, insanı hayata küstürür. Yılbaşı gecesi en sevdiğini yanından alır. Ondan sonra da ”hadi bakalım bundan sonra sana yılbaşı falan yok” der. Senin için her senenin başı, aslında bir son gibidir. Etrafındaki herkes gülüp oynarken, sen sevinemez, mutlu olamazsın. Mutlu olursan kendini suçlu hissedersin. Asıl cilve buradadır işte. Mutlu olmaktan korkarsın, kaygı duyarsın.
    Tabi bazen de güzel cilveleşmek ister seninle. Hep kötü olacak değil ya. Yorgun ve kırgın olduğun bir zamanda, karşına çıkarır yeni arkadaşlar. Yerde sendelerken, elinden tutturur. Tam pes edecekken yetişir. Öyle oldu yine. Nur çıktı karşıma. Yazmayı tekrar sevdirdi bana. Kötü günümde yanımda oldu, destek oldu. Dertleştik, içimizi açtık birbirimize. Gece uyuyamadığında ninniler okudum ona. 23 yaşımda ilk kez birine ninni okudum, daha doğrusu yazdım. Yüzümü güldürüyor, destek oluyor. Bu cümleleri yazmamın sebebidir kendisi.
    Cilveleşti bizimle kader işte. Memleketimizde denk gelemedik bir türlü ama ufacık Bartın bizi buluşturdu. İlerde iki başarılı yazar olup, bu tanışıklığı devam ettirmek istiyoruz. Amma iyi olur değil mi (:

16 Mart 2013 Cumartesi

Hayata İnat, Direniş Hikayeni "SEN" Yarat!

   Sebepsiz mutlulukları olmalı insanın, canının yandığı, umudunu kestiği o an yüzüne bir tutam gülümseme gelebilmeli.
   İşte o zamanlardan birinde yazıyorum sana okuyucum. Ben bir üniversite öğrencisiyim, tabii tahmin edersin ki kolay değil doğup büyüdüğün şehirden ayrılmak, en önemlisi ise yol iz bilmediğin bir yerde tutunmaya çalışmak. Tutunmaya çalışırken oluşan o aile özlemi, ev ortamı onları söylememe gerek yok herhalde. Ama trajı komik bir şekilde zaman hızla geçiyor ve neredeyse 2.sınıf bitmek üzere, nasıl geldim, ne ara bu kadar ilerledik bazen gerçekten zamanın hızına yetişemiyorum. Lakin işin ucunda tatil kısmı varsa o ayrı, sanki daha da hızlı geçiyor zaman, hele ki o tatil döneminde evinize gelmişseniz, "ne ara geldim sevindik, ne ara gidiyorum hüzünlendik" moduna hemen giriyorsunuz. Aynı benim şu an yaşadığım gibi. Bir kaçamakla evime geldim. Her zamanki gibi harika bir karşılama; elinde en sevdiğiniz çikolatalardan oluşan bir paket- babam, o kadar mutlu ki sizi koklamanın neşesini taa gözlerinden okuyabileceğiniz bir kadın- annem ve "bavulunu ben taşırım, sen yorulma geç şöyle" diyerek ben büyüdüm artık o ufak yakışıklın değilim mesajını veren kardeşim.Hayatınızda sizi karşılıksız seven o insanlar, işte o insanlar iyiki varlar! Şimdi düşününce kendi kendime ne kadar lüzumsuz insanlar için kırdım kendimi, üzdüm, hırpaladım, ağladım. halbuki bu gözyaşlarını hakedecek çok az insan vardı ve onlar da zaten hep yanımdalardı. Kısa zaman diliminde hayatıma giren ama çok kısa zaman diliminin acısını köküne kadar yaşatanlara inat, yıllarca hayatımda olup bir gözyaşım için fedakarlıktan kaçmayacak insanlar vardı hayatımda. İşte yaşamakta böyle bir şeydi zaten. Gözünün önündekini görmez insan, yetinemez bazen. Neden daha fazla mutlu olmayayım, neden sadece beni onlar sevsin ki düşünceleriyle boğuşur. Sonra da o boğuştuğu buhranla boğulur.
   Şunu diyeceğim okuyucum, yanı başındaki mutluluklara sırtını asla dönme. Evet, hayat zor ve acımasız biliyorum. Ama hayata pabucunu ters giydirebilmeyide ancak ve ancak sen yapabilirsin. Bir kurtarıcı bekleme zira onlar senin içindeler, sadece bakmayı bil. Göreceksin, yanında olması gerekenler zaten yanında olacaklardır.Sonra ne yapacaksın biliyor musun?
   Tutacaksın sonuna kadar o mutluluk sebeplerini ve diyeceksin ki "hızla akıp geçen zamana inat, tutacağım ellerinizden bırakmayacağım sizi" Çünkü hayat en umutsuz anda bile içindeki direnişle yaşanılacak bir yer haline gelebilir. İçindeki o direnişi, umudu asla ve asla kaybetmemen dileğiyle. .

12 Mart 2013 Salı

Bir Tutam Kader, İki Ölçek Umut


    Kelimelerin bile tükendiği anlar vardır ya hani, “söylesen tesiri yok, sussam gönül razı değil” dediğiniz an o anlardır işte.
    Birden bütün canlı renkler pastel olur, birden bütün tadınız tuzunuz kaçar. Çok söz vardır söylenecek aslında ama dinleyen yoktur. Sesiniz istediğiniz kişilere ulaşmıyordur. Kendi içinizdeki duvarlara çarpıp duruyorsunuzdur, kendi sesiniz yankılanır kulaklarınızda, kafanızın içinde bir ses gitmek bilmez bir türlü. Olduğunuz yerde çırpınsanız da nafile sonuç belli boğulacaksınız ama yine de kurtulma çabası ile bir umut debelleşeceksiniz kendinizle.
    İşte burası tam olarak sonun başlangıcıdır. Dönüm noktalarınızdan oluşur hayat. Her zaman iki şık vardır bakın sınavlardaki gibi dört tanede değil, ama nedense biz o iki şık içinde bile doğruyu seçmekte o kadar zorlanırız ki. Bile bile yanlış şıkkı seçeceğiniz tek dönüm noktanız ise AŞK’tır. Evet, aşk. .Karşınızdaki insan size defalarca yalanda söylese, istemiyorum dese, kötü veya iyi artık size uymasa bile gidip gene onu seçecek, hiç düşünmeden tek bir laf etse yine inanacağınız tek kişi sevdiğiniz, aşık olduğunuz insanlardır. Vazgeçemediğiniz, isteseniz de vazgeçmeyi beceremediğiniz tek konu. Ama unuttuğumuz bir şey var ki, buda SON’lardır. Herkesin kendisine biçilmiş bir ömrü ve bununda bir sonu olduğu gibi, her şeyin muhakkak bir sonu vardır. Bazıları mutlu, bazıları mutsuz bir sürü son. Mutlu sonlara diyecek sözüm yok ama eğer mutsuz sona yakalandıysanız bir kere ve yaşayamam dediğiniz halde yaşayabiliyorsanız, her zaman umutlarda vardır, sakın ama sakın dahasında umutlar varken, vazgeçmeyin! Çünkü insanı ayakta tutan tek şeydir umudu, hayalleri. İnsan ömrü zaten o hayallere ulaşmak için geçmez mi? Neden bu kadar eğitim alıyoruz? Hayallerimize yaklaşmak için, istediğimiz yerlerde olabilmek için öyle değil mi? Bu sadece kariyer anlamında değil her alanda umutlarınızdan, hayallerinizden birisi veya birileri için sakın vazgeçmeyin. Herkes gitse de sizden gitmeyecek tek şey onlardır çünkü.
    Ne dedik başlıkta bir tutam kader, iki ölçek umut. Yaşama tutunmayı bir şekilde becerebilmeliyiz maalesef. Düşsekte kalkmalıyız tökezlendiğimiz yerden. Unutmamalıyız ki,  “Her başlangıcın bir sonu, her sonun da bir başlangıcı” muhakkak vardır, yaşayıp göreceğiz hep birlikte. .
   Umut Işığım filminden bir kesitle sonlandırıyorum yazımı; Peki şimdi ne yapacağım biliyor musun? Bütün bu olumsuzlukları yakıt olarak kullanıp, bir umut ışığı yakacağım..

11 Mart 2013 Pazartesi

Kaldırıyorum defterimizden ayrılık ayracını, bu hikayede böyle son bulsun. .


   İlk aşkımı hatırlıyorum şimdi. İlk ilişkim aldatmayla bitmişti benim, hem de en yakın arkadaşım, sıra arkadaşım, can yoldaşım dediğim insanla.
   Onu unutmam daha doğrusu onları unutmam senelerime mal olmuştu. Kendimi odama kapamış, dünyayla iletişimimi kesmiştim. Şimdi nasılım peki? Evet gene o derece birini sevdim, ne güvenebildim ona nede rahat bıraktım. Siz olsanız ikili ilişkiler için inancınız kalır mıydı bunca yaşanmışlıktan sonra? Benim vardı işte, kendimce kurduğum o masal dünyasında biri vardı, tüm olmazları, imkânsızları yoktan var edecek bir adam vardı. Belki henüz gelmemişti ama bir yerlerde vardı ve bir gün yollarımızın kesişeceğine adım gibi emindim. Ta ki üniversiteye gelene kadar. Bir adamı sevdim. Ayrılalı bir yıl olacak yakında, tabiri caiz ise öküz gibi hayvan gibi sevdiğim bu adamın zamanında değerini anlamadım, evet. İlk senemdi, bilmediğim bir şehirde yalnızdım. Biri elimden tuttu, dedi ki söz bırakmayacağım seni. İnanmak istedim, hem de öyle bir inanmak istedim ki, geçmişimi unuttum adadım kendimi o adama. Ama netice noldu dersiniz?  Tabiki ”şiddetli geçimsizlik” ve klişelerimizden biri daha “zamanla unutursun, sen daha iyilerine layıksın, umarım mutlu olursun”
    Ben bu adamı 1 sene boyunca takip ettim, o hayatıma girmeden onun hakkındaki her şeyi biliyordum oysa. Benim yan oda arkadaşıma yazdığını bile biliyordum düşünün J Şimdi noldu peki? Bu adam iki gün önce benle gülücüklü mülücüklü konuştu mesajlarda, ben de ayrı bir safım işte ekledim onu tekrardan bir umut dedim, adamın başına saksı düştü herhalde. Ağzımın payını almam, 24 saati bulmadı tabi. Arkadaş basmış bide bana engeli, oh yarabbi şükür! Bu değişken ruh halini zaten nasıl başarırlar anlamış değilim he, bir ben olamadım böyle tutarsız, dengesiz. Şimdi biliyorum o bu satırları bir güzel okuyacak, olmadı arkadaşları vesilesiyle duyacak.
    Ah almak nedir bilir misin sevgili? Sevmek nedir bilir misin? Aylar, yıllar nedir ki he nedir? Benim içimde sen varsan, kime gülsem, dokunsam seni aramışsa gözlerim, tenim. Bana söyler misin zaman kavramının ne önemi vardır artık? Sevdiğiniz bir insanı görmediğinizde gökyüzü mavi gelir mi hiç? Çiçek açar mı yüzünüzde, gamzeleriniz belli olur mu gülmeden? Zamanın bir önemi olur mu yanınızda yoksa sevdikleriniz? Zaten ömür dediğimiz önceden bize belirlenmiş zamanlar değil midir? O zamanların içinde sevdiklerimiz yok mudur? Şunu asla unutmayın; Aşk varlığıyla yaşamak değil o yokkende varlığını sürdürebilmektir ve o bunu yapmıyorsa silinmeyi zaten çoktan haketmiştir! Sen seviyorsun, ayrılabiliyor musun? Canını çok yaktığını bile bile, seni kullandığını bile bile, kadınlık onurunu zedelediğini bile bile vazgeçebiliyor musun? Bu soruların cevabını bildiğimize göre gerisi kelime ziyanlığıdır, saçmalıktır.
    Bu sözlerim ise son olarak o eski sevgiliye gelsin;  umarım bir gün, Yüce Rabbim bana yaşattığın ne varsa, sabahında yüzümü güldürüp akşamında paramparça ettiğin bütün o günlerin aynısını sana da yaşatır. Öyle bir ah, öyle bir dua ki bu. Biri çıksın karşına, öyle bir çektirsin ki bir gün geldiğinde beni hatırla ve adımı an sevgili. Bu satırları yazarken bile yaşadıklarımız bir film şeridi gibi geçiyor aklımdan. Seni unutamayan bu başı artık duvarlara vura vura parçalayasım geliyor, söküp atıyorum seni kalbimden, hatıralardan. Yolun açık olsun, uğurlar ola sevmeyi bilmeyen adam!. .

9 Mart 2013 Cumartesi

1 Kadın 1 Erkek Klişeleri :)

   Şimdi diyeceğim o ki, hepimiz şu cümleyi muhakkak kurmuşuzdur. "Abi nerede sorunlu var beni bulur zaten, bak efendime söyleyeyim Ali'ye yada Ayşe'ye (artık cinsiyet neyse işte) o kadar çektiriyor ama.. neden bizi bulmaz böylesi?"
   Birincisi canım benim o seçimler senin seçimin hani hatırlatmak isterim, sonradan bu beğenmemezlik, bu şikayet nedendir? Madem beğenmiyordun neden kızı yada erkeği işte hayatına soktun ki. İkincisi ise o taktikler herkesde uymuyor malesef. Yada o taktiklerin tutacağı insanlar henüz bizi bulmamışta olabilir yani :) Şuna katılmak gerek hepimizin en büyük hatası, değiştirmek fakat o değişimi bekleyecek sabrıda gösterememek oldu. Burada iki hata var. Bunlardan biri, karşındaki bilmem kaç yaşına gelmiş değişimi imkansız kabul etmek gerek, ikincisi ise hadi karar verdiniz özverili bir şekilde değişeceksiniz ki buna aslında fedakarlık denir o zaman bir hatada silmek niye arkadaşım? Şıp diye büyülü bir hareketle değişmez ki insan yada hata yapmadan öğrenemez ki doğruyu. Hemen ardından klişe sözler gelmeye başlar. "Sen zaten değişmezsin, biz böyle yapamayacağız galiba ve son olarak ise sen benden daha iyilerine layıksın." Ulan insan evladı, ben senden daha iyisini istesem zaten sana gelmem :) Hayır madem senden iyisi var onu gösterde öyle git madem, gider ayak faydan dokunsun. Ne yani okuyucum haksız mıyım? Hepimizin iç sesi bunlar kendimizi kandırmayalım şimdi. En sinir olduğum ki muhakkak çoğumuzda vardır yine bu, "Kaçan Kovalanır". Ne biçim bir kuraldır, hiç uygulayamadım ya ben. Ben trip atıyorsam, kavga ediyorsam şükret bence çünkü esas bir kadın susarsa olanlar olur! Susan kadın varya öyle bir intikam senaryosu çizer ki, geri döndüğünde- ki susuyor ya meraktan soracaksın illa halini-, vay haline canım benim. Her iki türlü de yiyeceksin paparayı, bence sıcağı sıcağına yap. Çünkü siz erkekler zaman geçsin, sakinleşsin düşüncesindeyken; biz kadınlar ise "adama bak trip atıyorum bide beni aramıyor, o görecek ama!" havasındayız. Ah birde en yakın arkadaşlarımızın ilişkisinde karşı cins ilgide kusur etmezse, of diyorum kurar da kurarız.
   Netice olarak sevgili okurum, sen sen ol büyük konuşma ve en önemlisi ise karşındaki insanı o olduğu için sev, değiştirme onu, yalın haliyle sev. Ama şu da bir gerçek ki, illa insanoğlu bir kusur bulur ya işte o zamanlarda da sabırlı ol ve zamanla bekle onu. Son olarakta asla ama asla o izlediğin filmlerdeki gibi bir ilişki bekleme, ben çok bekledim yani yok olmuyor anacım. Bari sen uğraşma, bir umut olsun içinde ama sen onu azalt yani :) Eğer bir ömür geçirmek istediğiniz insan yanınızda fakat kusurları varsa, var gücünüzle birbirinize şans tanıyın. Çekip gitmek en kolayıdır, siz bir kerecik olsun zor olanı uygulayın. Yinede olmadı mı? O zamanda "denedim" demenin ve vicdan rahatlığının keyfini yaşarsınız hiç değilse.
   Her şeyin gönlünüzce olması dileğiyle, esen kalın, hoşçakalın sevgili okur :)

7 Mart 2013 Perşembe

Aç kapıyı yalnızlığım, hikayemle sana geldim. .


    Emin ol unutacaksın, nasıl küçüklüğünün her bir parçasını hatırlamıyorsan, kah sevinçli, kah hüzünlü. Onu da unutacaksın, canını yakan kimse unutacaksın. Zor biliyorum, yeni bir başlangıç yapmak çok zor. Onu bir kere görsen, sesini duysan hepsini geçtim kokusunu alsan bir yerlerden canın yanacak, biliyorum. Ama sende biliyorsun ki senin canını yakanda seni sevsin diye beklediğin o insanların olmaması. Belki de hiç olmayacaklar, neden her gün bu bekleyiş? Kabullenemiyorsun biliyorum. Söz verdin bir kere, söz aldın, peki o sözler nerde? Nasıl unutacağını sorma bana, inan ki bilmiyorum. Şimdi canını yakan, geçmek bilmeyen zaman; bir gün sen farkına bile varmadan iyileştirecek herhalde. Masallardaki gibi her zorluğa göğüs geren, elinden tutup bırakmayacak biri çıkar herhalde, bilemem.  Tabi o zamana kadar hissizleşeceksin bir müddet, insanlar yapmacık gelecek. Zira hepsi görünen güzel yüzün,  bedenleri n peşinde olacak sana göre. İğreneceksin, ne halde olduğunu gram bilmeyen insanlar, sözde seni düşünüyor olacaklar. Amaçları nedir, artık akılları nerdeyse. Çevreye gülümseyeceksin en önemlisi ise kimse bilmeyecek yalnız kaldığında nasılsın, zordur tek kalmak. Kimse iç sesiyle savaşamaz kolay kolay, kimse vicdanını eleştiremez karşısındakileri eleştirir gibi. Önemli olan kendini eleştirmektir zaten. Ama bir faydası olmayacak, eksik kalan puzzle parçasını arayıp duracaksın, sürekli bir “neden” arayacaksın içinde. Hayır çocuk bulamayacaksın onu! O parçalar, sevdiklerinle gittiler, gelmeyecekler, at o puzzle bir işe yaramayacak çünkü.
    Senin yaralarını sardılar, seni güldürdüler değil mi çocuk? Sonra noldu? Çıkardı kalbini yerinden deşti, parçalara ayırdı, bıraktı ve gitti değil mi? Sen hala “uyuyor mu, karnı aç mı, hasta mı, şimdi nerde” diye soruyorsun kendine. Vazgeç çocuk. Artık dinleme o şarkıları, şarkılarda bulamazsın onu. Sen ağlıyorsun uzaktan bile göremediğin için, o gülüyor be çocuk. O yaşıyor, buna devam ediyor,  peki ya sen? Belki de senin yazdığın bu satırlar ulaşmıyor ona, o da bir başkasına yazıyor belki. Ama emin ol ağlamıyor. Düzeleceksin elbet bir gün. Lakin o ne zaman olur bilemem çocuk. Yazmak kolay böyle, esas uygulamak zordur küçüğüm. Sana milyonlarca tavsiye veririm, gel gelelim ben kendime uygulayabilir miyim küçüğüm?
    Kalp yarası hiçbir şeye benzemez, ne yazmakla geçer bu, ne de ağlamakla. Ama ikimizde biliyoruz çocuk bu yara geçmezse biz geçeceğiz kendimizden. Acılar geçecek, aklından çıkmayacağını düşündüğün şeyler de öyle..  Ve son olarak denilecek ki; 


4 Mart 2013 Pazartesi

Beni anlamalısın, anlamalıyız yoksa yok olup gideceğiz bizde. .

  Bugün bir tiyatroya gittim ve hemen sizinle paylaşmak istedim düşüncelerimi. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki beni bilenler bilir, tanımayanlarda öğrensin tam bir balık hafızalı olduğumdan aklımdakileri bir yere dökmek ve ölümsüzleştirmem an meselesi olmalı.
  Neyse oyunun adı "Nora-Bir Bebek Evi" ilk başta yabancı fimleri andıran bir hava vardı yani nasıl desem size konunun nereye gittiği, sonunun nasıl olabileceğini kestirememe durumu vardı bende. Sonuçta gitmeden önce o tiyatro hakkında bir bilgi ediniyorsunuz ve bir beklenti içine girip, kendinizce "şu noktalara değinilir, şöyle olabilir" gibi yorumlar yapıyorsunuz. Oyunun başlangıcında banka müdürü olmuş bir eşi ve tam anlamıyla müsrif, parayı seven bir karakteri canlandıran oyuncularımız arasında, kocası sırf karısının yüzünü güldürsün diye para vermesi ise ayrı bir ironi. Demek istediğim iletişimleri, birbirlerine olan ihtiyaçları dillerinde "sevgi", geriye kalan her şey ise "para". . Oyun ilerledikçe öğreniyoruz ki kadın, kocası için borç altına girmiş ve onun için daha bir sürü fedakarlık yapan bir karaktermiş, fakat baştan bize öyle yansıtılmadığı için ters köşe olduk haliyle. Eski zamanlar canlandırıldığı için kadının kocasından izinsiz borç alması ve bir belgeyi sahte imzalaması suç niteliğinde olduğundan, olanlar oluyor. Gel gelelim oyunun sonlarına doğru kadın gizlediği bu gerçeklerle kocasının karşısında kalakalıyor ve başlıyorlar konuşmaya. Oyunda öyle sözler vardı ki, gerçek hayatta da gördüğümüz cinsten. Örneğin; "ben senin için daha çok çalışır, kazanırım", "hiç bir insan aşkı için gururundan, onurundan vazgeçmez" tabi ki bunları söyleyen taraf kocasıydı. Kadının onca yaptıklarına karşı sanki çok saçma bir şey yapmış ve yaptıklarının bedelinin "aşk" olamayacağını vurgulayan bir karakter yani. Toplumsal değerler ve ailesi arasında kalan bu kadın, sevdiği aslında bir ömür geçirdiği adamı hiç tanımadığını kavrıyor ve bir birey olmak için en önemlisi de "birileri duyarsa ne der mazallah!" düşüncesi olmadan kendi ayaklarının üstünde bir hayat yaratmaya gidiyor. Ve perdeler kapanıyor. 
  Şunu bilmeliyiz ki hepimiz özellikle de hemcinslerim aynı coğrafi sınırlar içinde benzer olaylar yaşıyoruz ve en önemlisi ise sevgi aşılamayı artık maddi bir güç olarak görüyor, benliğimizi çiğniyor, çiğnetiliyoruz. İşte kadın/erkek ayrımı burada devreye giriyor. Nolursa olsun sonucu, hayat yolunda bir zamanlar beraber olduklarımızla yolları ayırmak değil o yolları birleştirmek için birbirimizi anlamakla geçmeli. Aynı İsmet Özel'in de dediği gibi "Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiç bir yere varamayacağız demektir." ... 
(bu arada şunu söylemeliyim çok etkili roller var ama izleyenle-izlemeyenin bir farkı olmalı, kısa ve öz bu) 

3 Mart 2013 Pazar

Aslında zaman insanı tüketmiyormuş, insan insanı zamanla tüketiyormuş, geç anladım!

   Günümüzde insanların dert yandığı ilişkilerden bahsedelim. Evet, ben de o kervandanım. Ne kadar tuhaf değil mi -di' li geçmiş zaman dilimlerinden birinde bizde mutluyduk, hayallerimiz vardı ve en önemlisi ise aynaya bile baktığımızda kendimize güldüğümüz bir "ben" vardı. İnsan hayatının nasıl olacağını bilmiyor malesef, belki bilseydik keşke kelimesini kullanmazdık. Şu an o kadar çok şeye keşke diyorum ki. Sonra iç sesim beni toparlamak için "kader kızım, böyle olması böyle yaşanması gerekiyormuş" diyor. İyi güzelde her şeyin sorumlusu kader mi? İnsanında hayatında iki yol vardır, yani iki seçimden bahsediyorum. Hangisini seçeceğinizi o an siz belirlersiniz. Sonucunda kötü olursa keşke diğerini seçseydim dersiniz ama malesef zaman geçmiş, iş bitmiştir artık. Zamanı geri alamıyoruz, telafi şansımız da yok malesef. Vaktimiz bol fakat o kadar hızlı akıp geçiyor ki zaman, durup dinlenemiyoruz. Geri alsaydık ve diğer yolu da seçseydik nasıl olurdu bilemem ama, şu an hemen hemen hepimizin kabuk tutmaya çalışan yaraları var bundan adım gibi eminim. Hepimizin bir keşkesi, bir aması, acaba düşünüyor mudur? kelimeleri var aklında. Malesef düşünülmüyoruz. Malesef o insanlar bizi çoktan unuttular ve yine malesef ki onlar hayatına devam ederken, biz ruhumuzun bir kısmını geçmişte bırakarak yaşamak zorunda kalıyoruz. Duygular paylaşılınca güzeldir evet, peki ya zaman yanlışsa? "Doğru zaman, doğru insan" kavramı da işte burada devreye giriyor. Çok zor bulanan ve nadir insanlara denk gelen bu cümle ise kesinlikle hepimizin hayali! Keşkesiz, sonunu düşünmeden aslında sonu olmayan, kurulan hayallerin gerçekleşmesi ve en önemlisi de aynada kendinize baktığınızda bile aklınıza gelip sizi güldürecek insanlara ihtiyacımız var. Sizi siz yapan özellikleri sevmeyen, bunları suratımıza vuran, sadece kendini iyi gören bencillere değil! Hangi insan kusursuzdur ki?
   En önemlisi ise o -di' li geçmiş zamanda dilimiz yandığından güvenemediğimiz gerçeği ve tecrübelerimiz olması. O kadar ön yargılı o kadar olumsuz düşünüyoruz ki, korkuyoruz çünkü kırılmaktan, artık can kırıkları batıyor çünkü acımız fazla. Bir zamanlar "herşeyim" dediğimiz, karşılıklı sözler verdiğimiz insanlar, hani neredeler? Söz vermeyin en önemlisi ise insanların hayalleriyle oynamayın belki siz onu değerli görmüyorsunuzdur ama karşınızdaki için çok farklı bir yerde olabilirsiniz.
   Son olarak şunu söylüyorum ki şu an bizim geleceğimizde yer alacak insanlar erteliyorlar zamanın bir yerlerinde bizi. Umarım kavuştuğumuzda ise yaralarımızla, hayallerimizle, sevinçlerimizle ve en önemlisi ise kendi benliğimizle sevilmek ümidiyle yaşarız. Umarım. .

2 Mart 2013 Cumartesi

Dışardan nasıl görünüyor bilmem ama içerisi karmakarışık aslında!

 Ben her zaman mutlu sonlara inandım. Ne bileyim herkes mutlu olsun istedim, peri masalları gerçek olsun istedim, hiç bitmeyen dostluklar olsun istedim. Sanırım bunlar hep izlediğimiz filmlerin suçu. Kötü son görmedim ki ya da konusuz bir film görmedim. Ben o filmlerde kadınları güçlü gördüm mesela. Peki ya ben?
  Dünyanın en dışa dönük insanı gibi görünsem de, tam anlamıyla içe dönük bir insanım diyebilirim. öyle bir hayal dünyam, öyle bir iç dünyam var ki anlatılmaz yaşanır. Şimdi ise burada kelimelere dökmeye çalışıyorum. Öncelikle o yönetmenlere, senaristlere sesleniyorum ki; "Hayır arkadaşım güçlü kadın var evet ama yarasını içine atan kadındır o! Sen onu birde kendisiyle başbaşa kalınca gör." Bir kere hiçbir kadın yoktur ki duygusuz olsun. Kalbine dokunulmayan kadın vardır ama.
 Benim hakkımda bu zamana kadar "dışardan çok güçlü görünüyosun, çok olgunsun, neşelisin, dinamiksin, dilin sert" vs. şeyler söylenir. Çok az kişi bilir ki kırılganım, alınganım, kendi iç dünyamda kurar da kurarım, kafamda ne entrikalar var ooo anlatsam burda roman olur.Umursamaz görünürüm ama nerde, kimse anlamaz tutupta bunu mu taktın kafana diye düşünmez yani acayip ince düşünürüm. Hoş bir şey  mi diye sor şimdi bana. Hayır değil biliyorum ama engel olamıyorum, bir olabilsem zaten.. Tabi hal böyle olunca bende kendimi bir amaca adadım bu da tabiki okuduğum bölüm işletme ve hayalim Sabancı. Okuyanlar "uçuk hayal işte" diyebilir ama "hayal canım adı üzerinde, bedava hayal kurmak sizde deneyin" diyorum bende. Amaçsız insan mı olur ya hayalsiz, sap gibi yaşayan insan mı olur. Nedir yani bir kadının amacı sadece evlenip, çocuk doğurmak mı? Kesinlikle hayır! Neyse dağılmasın konumuz.
  Gel gelelim ben böyle derslerimle kafayı bozarken, etrafımdaki umursamaz insanlara da ayrı bir gıpta ile bakıyorum. Aklım çıkıyor alttan ders kalacak diye adamın umrunda değil. Çünkü benim sorumluluğum var arkadaşım, çünkü benim babam öpücükle almıyor o paraları. Uzatmadan okul bitmeli diye sıkarken kemerleri, bizim Türk insanı damga koyuyor tabi "İnek" diye. Eğer bir insan bir amacı için, hayata tutunmasını sağlayan bir amaç için hem de, ailesi için en önemlisi de kendisi için çalışıyorsa (benim gibi) ve bunun adı ineklik oluyorsa, kabul arkadaşım ben ineğim! Ve sırf o hayal için de her şeyden vazgeçerim, güçlüde görünürüm, dik dururum. Siz buna umursamazlık dersiniz belkide. Hayır! Şunu asla unutmayın gülen bir yüzün arkasında neler vardır bilemezsiniz, dili sert dosdoğru konuşan insanlarında bir vicdanı var, bir kalbi var bilin istedim. Anlayacağınız o kuvvetli insanların da sizden farkı yok, sadece maskeleri var. Sadece onlara adım atarsanız, maskenin arkasındakileri görürsünüz. Onları tanımaya çalışın çünkü her insan bambaşka bir dünyadır bunu asla unutmayın. .

Zamanda bıktı artık benden, o kadar çok şeyi ona bıraktım ki. .

 Zaman dedik değil mi? Ne kadar hızla geçiyor zaman. Bazen geçmek bilmiyor desekte, geçiyor malesef. Kiminin yaralarına merhem, kiminin kabuk tutmuş yarasını hala deşen. .Eskileri özleten de, onları bir süre sonra unutturan da yine zaman.
  Avantajları da var dezavantajları da. Avantajı ne mi? Küçüklüğünüze dönün, hepimiz ne kadar da isterdik büyümeyi, hayalerimiz vardı çünkü, kendi çocuk dünyamızda büyümek bir devrimdi bizim için. En basiti evcilik oyunumuz vardı bizim, anne ile baba olurduk, zihniyete bakın direk aile kurma oyunları ile başlıyoruz :)
Dezavantajı mı? Büyüdük, okul okumak ayrı bir dert oldu, özel hayat ayrı bir dert. Neyse şimdi özel hayata hiç girmeye gerek yok :) Yok anaokuludur, yok ilkokul diye süregelen eğitim dizimiz için okumayı öğrenmekle, toplama çıkarma işlemleri ile geçerken güzel güzel günlerimiz. Hooop bir anda paragraf soruları, yok bilinmeyen denklemleri ne ara geldik, bunlar nerden çıktı demeye kalmadan yabancı dil dersleridir derken, liseye giriş sınavı. En uzun zaman dönemini geçirdiğiniz o okul çatısında ne hatıralaramız var öyle değil mi? Ne dostluklar, neşeler, hüzünler. Öğlenci-sabahçı tartışmaları, çıkışlarda annenizin sizi beklemesi bir hışımla gününüzü anlatmak. Sonra ne mi oldu? "Büyümek istiyordun, peki büyüyünce ne olacaksın?, para kazanmak gerek, ne yapacaksın? sorusu ile karşı karşıya kaldık." Tamam dedik, ben şunu olacağım. Sonra ne mi oldu? Liseye giriş sınavında vurgun yiyen kısım olarak, hepimiz dağıldı, kiminin yüzü güldü, kiminin ki asıldı. Ardından 4 yılı bitirdik ve üniversite sırası geldi. Onda da kimi sevindi, kimi üzüldü ve netice olarak iş hayatına atılanlarımız oldu, okuyanlarmız var, en önemlisi ile evlenenlerimiz de var :) Biz böyle çoğumuz farklı şehirlere gelip buraları kavramaya çalışırken, dersleri öğrenelim falan, adam arıyor "ben evleniyorum" diyor olacak iş değil :)
  Onu bunu geç ben hayatımda muhasebe görmemişim onunla mı uğraşıyım, elime toplu para geçmiş sonra da bir anda bitmiş ona mı yanayım, yoksa tek başına düşmüşün bir şehre yalnızlığıma mı ağlıyım. Derken tabii noldu? Zaman ilerledi, aileler başladı seneni uzatma, bak gelince daha kardeşin okuyacak sende yardım edeceksin falan filan. "Obaa nerden büyüdüm ya" demeye başladım şahsen ben :)
  Bide bu etmezmiş gibi artık arkadaş ortamına mı suç atsam, yoksa kendime mi bilemiyorum, düştük sevda peşine. Sanki çok lazımmış gibi, o eksik ya, oda olsun tam olsun, mantığa bak hele. Ne mi oldu? Tabiki sevdik, sevildik, bazılarımız başlamadan reddedildik, bazılarımız kısaydı, bazılarımız uzun. Ben aileyi mi düşüneyim, dersimi yoksa karşı cinsi mi? Çok dert yüklendi, çooook. . Keşke tek derdimiz emeklerken acıyan dizimiz ya da ne biliyim barbie bebek/araba alınmayınca ağlayışımız olsaydı.
  Neticede hepimiz bir vurgun yedik zamandan yana, Hande Yener'in şu sözü ile toparlıyorum "Tuhaf geçen bir gün daha, umutlarım yarında" Hayaller! Hayallerimiz! Ya gerçek olacaklar, ya da biz bu inançla öleceğiz. Olsun, ikisi de güzel! :)