“Yoruldum” dedi kadın. Düşünmekten, hatta öyle bir düşünce
ki bu beyni kemiren; unutmaya çalışmaktan
yoruldum. Böylesine delice bir düşünce bunalımından çıkmak için mücadeledeydi
kendinle. Her şeyin sonu olduğunu biliyor fakat bir son olduğunu
kabullenemiyordu bir türlü kendince. Sahi dile gelince kolay söylenebilen sözler,
neden yüreklere işlemiyordu?
Uzun bir süre oturduğu yerden dışarıya bakındı. Bir sürü
tanımadığı yüzü çözmeye çalıştı, acaba bir kendi miydi bu denli zihnini meşgul
eden. “Bu insanlar” dedi, “bu insanlar nereye gider, ne yapar, ne düşünür,
zaman nasıl işler onlarda?” Zaman işliyordu elbette. Eskisinden de hızlıydı
üstelik. Bazı anlar delicesine kahkaha attıran, bazı anlarda –ki şu an öyle bir
andaydı- da onu böyle düşünceler içinde
bırakıp kaçardı zaman. Yaşamasının bir amacı olmasını dilerdi hep.
“Sanırım
zorlanıyorum” dedi. “Küçük yaşta, bu düşüncelerden yıpranacağım, düşünmek
istemiyorum artık” diye geçirdi içinden. Havalardan mı desem, belki de şarkılardan. O
kadar karamsar, o kadar buhran içindeyim ki. Sahi neden bu üzerimdeki sis? Ne
zaman çekilir bu kara bulut, güneş açacak mı tekrardan? Bahar gelip benimde
içime kıpırtı katacak mı? Gelmeli bahar, açmalı çiçekler ve yüzüm gülmeli
yeniden. Belki de bir çiçeğin açışı mutlu eder beni ya da yazın çıkacak tatil
içerikli şarkılar da olabilir.
Evet, evet
kesinlikle “tatil” kelimesi bile huzur verdi şu an. İçimdeki kara bulutlar
kalkmalı, artık o derinden nefes almalar yerini gülüşlere, heyecanlara,
çekirdek çıtlatma seslerine bırakmalı mesela. Artık kötü haber duymak
istemiyorum ben mesela, her gün cinayet haberleri, lüzumsuz kavgalar,
asparagaslar, suçlamalar. Sahi düşününce ne kadar çok mutsuzluk yaratacak neden
var, gel gelelim mutluluk yok. Beni bu sonu olmayan, ıssız bucaksız düşüncelerimden
kurtaran neden bir şey yok” diyerek devam etti düşüncelerine. Biliyordu,
kendini yıpratmaktan başka bir şey değildi bu, yapmaması gerekiyordu farkındaydı.
Gel gelelim sanki beyni kendisinden bağımsız bir organ gibi, sürekli hükmediyordu
ona. Binlerce düşünce kuytu yerlerinden çıkıp gene esir almıştı onu.
Sonra bir on dakika durdu, düşündü. “Bu ben değilim” dedi
içinden. “Ben bu kadar güçsüz değilim, hala buradayım ve pes etmeye hiçte
hevesim yok”. Aklından geçen cümleleri o an döktü kağıda; “Benim biraz yaşamaya
ihtiyacım var, tüm bu dertler içinde. Benim nefes almaya ihtiyacım var, bu isli
şehirde. Benim gülmeye ihtiyacım var, kader yazgım içinde. Kaybedecek vaktim yok, akıp giden bu zaman
içinde. Artık şimşek çaktı, yağmur da yağdıysa gökkuşağım nerede? Bende o
gökkuşağını yaratmak için güneş açtıracağım zihnimde” dedi ve bir düşünce
buhranından da kendisini tebessümle kaldırdı sandalyeden.
----Yaşam sizi zorlayabilir, buna alışkınız. Lakin önemli olan
zorlandığımız o anlarda, en dipte bile olsak kendi kendinize oradan kalkmaktır.
Yaşam amacınızı bir insana bağlamayın, kendiniz bir neden yaratın her zaman. Çünkü
bir gün herkes gittiğinde, baş başa kalacaksınız kendinizle. Unutmayın ne
olursa olsun, güvenebileceğiniz tek insan kendinizdir. Çünkü bir insana duyduğunuz
güveni kaybettiğinizde, kendi içinizdeki inancı da kaybetmiş olursunuz.
Son olarak A.J. Cronin bir sözüyle sonlandıracağım yazımı. "Üzülmek, yarının sıkıntısından
bir şey eksiltmez, sadece bugünün gücünü tüketir." Sizin içinizde,
sizin bile farkına varamadığınız o derin kuytularda, sizi bekleyen bir
gökkuşağı var, onu bulabilmeniz dileğiyle. .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder