21 Mart 2014 Cuma

Geceleri Kalem Kağıda, Kul Yaradana Döner

    Hani geceleri şarkılar daha anlamlı gelir ya. Ne kadar açsan da o müziğin sesini vicdan hep onu bastırır ya hani. Kalem kağıda dökülür ya inceden, kul Yaradana dönmez mi? Kimle konuşuyorum ben? Kim bu aynadaki? Mezardaki kim? Unutma geceyi gören, güneşi bir daha görebilir mi belli değil. Her güneşin doğusu bir günahın artışı değil mi? "Hatasız kul olmaz", "Bunlar beyaz yalanlar" diyerek kandırdın yine kendini. 
    Allahım öyle korkuyorum ki..
    Fitneden, dedikodudan, birinin günahsız birinin günahını almaktan.
    Babaya bile güvenilmeyen devirde birilerine güvenmeye çalışmaktan ve yine yara almaktan..
    Sen karşımıza iyi kullarını çıkarmayı, bizi de o kullarının yanında yer almayı nasip eyle. 
    Siyahın içindeki bir damla beyaz gibi, yolunda dosdoğru olmayı nasip eyle Rabbim..

   Doğru olalım diyorum da, doğruluk kazanıyor mu ki?
   Burada olmasa da biri bizi izleyip takdir ediyor mu ki?
   Eğer öyleyse doğru yola devam, varsın kimse görmesin. Varsın herkes kötü bilsin, yanlış desin, tek bıraksın beni. İçimdeki bu huzuru koyan takdir ediyor demek ki. Allah katında bir yer edinmeyi, gönülleriniz de bir damla saygı görmeyi dilerim. 

    Şükür Rabbim..
    Verdiğine, vermediğine..
    Dermansız dert vermeyeceğine..
    Gün gelipte devran döneceğine..
    Şükür, Şükür, Şükür..

16 Mart 2014 Pazar

Hayatımın Kitap Ayracı

    Mart ayının başlarıydı hiç unutmam, unutmayacağım. Elimde sinir sıkışması diye bir illet çıkmış, bileklikler ile gezinirken bir şey oldu. O anın tarifi yok. İçimde bir kor, bir hevesle yürüttü beni. Yolun sonunda bir “Çocuk Esirgeme Kurumu” vardı. Hep gitmeyi isterdim fakat hayat bahaneleri işte...  “Yalnız gidemem, Ya anlaşamazsam? Vaktim mi var?” bahaneleriyle erteledim bunu.
     Daha kapıya ulaştığım gibi çocukların cıvıltısı ile irkildim, bir an “emin misin?” dedim, “emin misin Nur?” Sorumun cevabını müdürle masada oturup “ben gönüllü olarak çocuklara bakmak istiyorum” diyerek aldım. Basiretti bu ama gönülsüzce değildi. Cesaretti bu, bana neler getireceğini bilmediğim bir yolda yürümekti. Günü ve saatini karşılaştırıp odadan çıktığım esnada bahçede oynayan çocuklardan iri ela gözler ile karşılaştım. Sarışın saçlı, ela gözlü bu çocukla artık oyun arkadaşıydım.
   İlk gündü, Alper bakıcının kucağından inmemiş bana bakıp ağlamıştı. Hıncımdan etlerimi sıktığımı, neden bana gelmiyor diye gözlerimin dolduğunu fakat hala gülümsediğimi hatırlıyorum. İlerleyen saatlerde Alper bahçede yürürken elimi tuttu ve benle yürüdü. İçimde bir huzur, bana olan ihtiyacını hissetmek, düşmemek için elimi sıkması, ellerinin sıcaklığı. Tarif edilmez bir duygu..
   Haftada bir gittiğim bu yurdun ikinci gününde ise Alper’in saçları kestirilmiş, o bembeyaz yüzü ortaya çıkmıştı. Yemek saatine denk gelmiştim bu kez.  Öğle yemeğini benden yedi. Sıcak çorbaya beraber üfledik, şekerpareyi bir ona bir bana yedirdik. Huysuz ve istediği şeyi yaptırmak için ağlayan Alper gitmiş, yerine bambaşka bir çocuk gelmişti. Saat 12.00 ve uyku saati geldiğinde bana sıkıca sarıldı, ben ilk defa bir çocuğu giydirdim ve yatağına yatırıp, uyumasını izledim. Hala içimde tarif edilmez bir duygu..
    Ve bugün üçüncü gündü. Bu sefer kendi günümde değil, grupça arkadaşlarla gitmiştik. İnanır mısınız Alper beni tanımadı. İçimden bir şeyler kaydı sanki. Bir kenarda iki damla gözyaşı süzüldü gözlerimden. “Bu gözyaşı neden Nur?” Başka bir kızın kucağında kahkahalar attı ve ben bunu izledim. Bakıcısı aldığında sorun yoktu, peki neden bu kıza gidince içim acıyordu? Bir ara oturdum kenara sadece onları izledim. Kalktım Alper’le oynamaya, onu almaya çalıştım, gelmedi. Ve yine öyle bir şey oldu ki.. O çocuk benim gözyaşlarımı sildi, öyle bir sarıldı ki. Ben hayatımda öyle güzel bir koku, sıcaklık almadım.
    2 yaşındaki o çocuk, çok derinlerde bir kızı uyandırdı. 21 yaşındaki, güçlü diye tanınan, onu kimse üzemez diye anılan bu kız, o çocuğa sımsıkı sarılıp ağladı. Ben ağladım o sildi, ben ağladım o sarıldı. Gitmedi kim çağırdıysa. Anlamıştım artık, bu çocuk benim kalan hayatımın dönüm noktasıydı.
    Gitme vakti geldiğinde, herkes çıkmış ben montumu giyiyordum. Dayanamayıp son kez açtım kapıyı. Oradaki bütün çocukları seviyor, anlaşıyordum. Lakin gözüm Alper’i arıyordu işte. “Alper ben gidiyorum” dediğimde koşup, kahkahalar attı. Camdan el salladık. 21 Yaşını doldurma yolunda ilerleyen bu kız, kalbinin derinliklerinde o çocuğu sevmişti. Ne zaman kafaya bir şey taksa üzülse, o çocuğun gülüşü gelirdi aklına, gülerdi.
    Şimdi burnumun ucunda cennet kokusu kalmıştı bir tutam. Alper bana ilk özgürlüğü öğretti. Özgürlüğün, yağmura dokunmanın, istediğim zaman nefes almaya çıkmamın özgürlüğü öğretti. Hâlbuki o özgürlüğü nerden bilecekti? Bu çocuk bana hayatın ağlamak için çok kısa olduğunu. Ağlanacak konuların neler olduğunu? İncir tanesini doldurmayan şeylerle kendimi üzmenin boşa olduğunu gösterdi.
    Evet, Bugün bir şeyler değişti.
    Bugün hayatımın geri kalanlarına umut geçmişine ise hüzün verildi.
    Bugün, hayatımın sayfalarında gezinirken kitap ayracının acılarda kaldığı fark edildi.
    O çocuğun hikâyesi nedir? Oraya nasıl geldi? Hiç bilmiyorum. Ama o çocuk bugün “Sen bir kadınsın, bir kalbin var. Senin küsüp, kızabileceğin bir ailen var. Kıymetini bilmen gereken yağmur damlaları, toprak kokusu var. Birde ben varım, gözlerinden akan yaşları silmek için” dedi.
    O çocuk bugün “nerede kalmıştık” diyerek devam ettiriyordu hayat sayfalarını. Şükür demenin kıymetini öğreten bu çocuk, sadece bana bakarak milyonlarca şey söyledi.
    Söylenecek daha çok şey var..
    Yolun başındaki bu kız hala yürüyor ve bir çocuk elini tutuyor..

4 Mart 2014 Salı

Hayat Kaderci, İnsanlar Geçici..

   İnsanlar böyledir işte. Neyi seviyorum deseler, kavuşunca biter. "Sensiz yaşayamam, ölürüm" derler ama yaşarlar. İlginç!
  Çünkü ufak bir ayrıntıyı hep unuturlar. Hayat büyük konuşmayı sevmez. Kadercidir o, gelişigüzel yaşar her şeyi. Kul ne zaman ki hayata bırakır kendini o zaman anlar hayatın ona geldiğini. Lakin insanoğlu bırakmaz ki hiç. Bu hayatın "kaçan, kovalanır" mesajıdır. İstediğiniz kadar kovalayın, o pes etmez. İşte bu yüzden beylik laflara, büyük konuşmalara hiç gerek yok. Hepimiz sensiz yaşayamam demişte hala nefes alan varlıklarız. Hepimiz seviyorum deyip sadece üç gün acı çeken, çok çabuk unutan varlıklarız. Hepimiz kötülüğü unutmaz, iyiliği hiç hatırlamayız. Hani "iyilik yap, denize at" derler ya. Hakikaten atmalı insan denize. Çünkü kimse iyiliklerin muhasebe kaydını tutmuyor, kötüleri de unutmuyor. Birsürü örnek üretirim sana inan ki. Yetmedi mi? Hepimiz "Çimlere Basmayınız" yazısını görüpte basan insanlar değil miyiz?
   Anlayacağınız şu ki insanoğlu kimin için, ne için emin konuşsa, yasak koysa gider onun tersini yapar veya hayat başına getirir. Devir yapılanı unutmama devri değil, devir ne yazık ki kuyu kazma devri, arkadan iş çevirme devri, insanların açıklarını bulma devri vs vs. Kimse gelde bir bütün olalım demez, kimse bir kişinin yanlışını düzeltmez ama herkes muhalefet olur, dedikoduya gelince halayın başı gibi öne geçer. Anlayacağınız devir ne kendine güvenme devri, ne de arkanı yasladığın kişiye güvenme devri.
    Hayat kaderci,
    İnsanlar geçici,
    Yol uzun,
    Eskilere özlem...