28 Nisan 2013 Pazar

Yosun tutmuş denizimin incileri dökülmüş. .


    Bir yolu olsa inan ki yapardım, kimsenin ne diyeceğini umursamadan, tüm reddedilme seçeneklerini yok ederek, koşar giderdim istediğim hayalin yanına. .
   “Elalem ne der” düşüncesi kadar içimi yakıp kavuran bir şey olmadı belki de. Bundan bu susuşlar, bekleyişler, sabır, tahammül hepsi bundan. Çünkü gerçek hayatla, diziler aynı değil işte. Ben küçüklükten beri masal dinledim, dizi izledim sandım ki hayatta öyle toz pembe, gerçekten kahramanlar var sandım. Yanılmışım, yanıldım. O masallardaki kuleye kapatılan prensesi kurtaran prensler, şimdi birer çapkın. Seni kapatsalar, peşinden gelmez, başkasına koşar inan ki. O Türkan Şoray’lar da yok artık. Hatta onun kuralları var ya hani, onlar bile yok. Hatta ve hatta söylesen uygulamak istesen, “sen ne geri kafalısın” derler biliyorum, tecrübeliyim çünkü. Belki sert olacak ama o düğünlerde geline takılan kırmızı kurdele sembolik olmuş, oysa o kurdelenin ne demek olduğunu öğrendiğimde ne kadar da gözlerim dolmuştu dün gibi hatırlarım. Bazı şeyler umuma açık yerlerde yaşanmaya başladı, bazı şeyler cep telefonuyla söylenmeye başladı. Kimse kimsenin peşinden koşmayı bırak, yüz yüze bile konuşmuyor artık. Neymiş efendim utanıyormuş muş. İnandırıcı değil. O namus bekçileri gibi gezinen adamlar var ya hiçbiri de namus ne demek daha onu bile bilmezler inan ki. Ama eleştirmeye gelince dil pabuç gibi.
    Kızgınlığım sana, ona, bunlara herkese. Kızgınlığım o dizilere, kızgınlığım hayallerime saygısı olmayan adamlara, kızgınlığım bu hayalleri bildiği halde senide emellerine alet etmeye çalışanlarda. Kızgınlığım en çokta kendime. Ne saf büyümüş, ne çok hayal kurmuşum. Hala inanmıyorum, inanmakta istemiyorum. Ben hala mektup yazmayı da severim mesela, yanaklarımda kızarır ki benim..
   Gerçekten yok mu düzgün insanlar, yok mu hala dürüstlüğe, sadakate önem veren? Artık kabul etmeliyim, ediyorum. Kayıp Yüzyılın Prensesi oldum bende. Zihniyetim uymuyor bu devire. .İçimdeki masmavi deniz, yosun tutmuş kirlenmiş. İncilerim dökülmüş, düşüncelerim  ise hissiz.

19 Nisan 2013 Cuma

Bir Yılın 4.Ayı idi, Ruhumun Yansıması. ."NİSAN"


    Babasının küçükken aldığı ayıcığı kucağında, sallanan sandalyesinde bir ileri, bir geri hareket ederken kendini aslında dışarıdaki yağmurla özdeşleştirdiğini geç fark etti o gün. “Aslında 12 ay içinden bir ayı seç deseler, bu kesinlikle Nisan ayı olurdu” dedi.
    Yani anlayacağınız gibi hızlı geçen günün, bilinmeyen bir saatinde zaman bir an için yavaşlamış ve gene derin düşüncelere dalmıştı kadın. Güneş sanki ona annesinin bebekliğinde yaptığı gibi “ce ee” diye sesleniyordu. Bir anda çıkıp, gülümsüyor; sonra uzun bir süre kayboluyor ve onun da karamsarlığa kapılmasını sağlıyordu. Sonra hiç ummadık bir anda tekrar en baştan. İşte o an geçirdi içinden, “kesinlikle Nisan ayı, aynı benim gibi” dedi.
    Bilirsiniz Nisan ayı yağmurları ile ünlüdür. “Nisan yağmurları bunlar, doğaldır” diyerek karşılarız hatta. İşte kadında öyleydi artık. Ayakta güçlü durmak, doğru bildiklerinin peşinde koşmak artık onu yormuştu. Dışarıdan genç görünse bile, ruhu kesinlikle nüfus cüzdanındaki yaşından iki kat yaşlı bir hal almıştı. Artık o da Nisan ayı gibi, bazen gülümsüyor bazen ise aniden kükreyip, duygusal bir hal alıyordu ve yerini sağanak yağışlarına bırakıyordu. Bazen kendisi bile bu duruma anlam veremiyordu lakin kontrolde edemiyordu. Sonra olumsuz düşüncelerinden kurtulmak istedi fakat işler iyice sarpasardı. Geçmişi düşündükçe daha da düğümlendi geleceği, kördüğüm oldu, çözmeye çalıştıkça daha fazla düğüm haline gelen bir yumak oluştu. O an dışarıdaki yağmur sesinin de şiddetlendiğini fark etti. Geçmişte ne çok hatalar işlemişti kim bilir, cahillik miydi yoksa bazılarını isteyerek mi yaptı bilinmez ama çeki düzen vermek için bir yerden başlamıştı. Lakin hayat onun peşini bırakmamış, sürekli ona virajlar, bayırlar koymuştu. Sanki “pes et, benimle oynama” der gibiydi. O an yağmurun artan şiddetiyle silkelendi.
    “Her zaman bahar yaşanmaz ki ömürde, bunun kara kışı da var. Her zaman da kara kış olmaz, bunun elbet baharı da var” diyerek kendine güç bulmaya çalıştı. Devam etti iç sesiyle konuşmasına; “Bahar mı istiyorsun, önce içindeki birikmiş karamsarlığı bir dök, bir kurtul şu yüklerinden dedi” Sahi Nisan ayıda böyle değil miydi zaten? Önce dökerdi içindeki tüm ağırlığı, gamı, sonra peşine baharı getirmez miydi?
  --- Hiçbirimizin 1 sene daha yaşayacağı garantisi yok ve hala vakit varken bu Nisan aynın bir gününde, Nisan yağmurları ile dökün içinizi. Sonra bahara kavuşun lakin unutmayın gene kara kış gelecek işte o zamanda peşinde bir bahar olduğunu unutmayın, umutsuzluğa kapılmayın. Kara kışın içinde de bir güneş açtırmak isterseniz de bu sözle kendinize güç bulun; “Çaresizseniz, Çare Sizsiniz”

10 Nisan 2013 Çarşamba

Hala Vakit Varken, Erteleme Cümlelerini. .

   Söylemek isteyipte söyleyemediklerime ne demeli? Peki söylesem tesir eder mi? Kısmen eder belki, tabi karşındaki insana bağlı bu durum.
   Ben genelde en olumsuzu düşünen insanlardanımdır. Kendimi en kötüye alıştırırım, eğer sonuç iyi olursa daha çok sevinebilmek için :) Ama bu durum aslında o kadar da hoş değil. İçimde hep bir yerlerde anlaşılamama duygusu, acaba ben mi hata yapıyorum sorusu ile savaşmak inanın bana hoş değil. O kadar çok şey söylemek isteyipte yutuyorum ki bazen, iç sesim  o an "anlatsamda anlamayacak, sesim benden çıkıp, yine beni vuracak" diyerek içine ata ata volkan yaratıyor orada. Bir gün nasıl patlayacak acaba, bende merak ediyorum doğrusu :) Çok ince detaylarım var mesela, en ufak şeyi düşünür yorarım kendimi,  karşımdaki böyle olmayınca üzülürüm sonra kabuğuma çekilirim. Biri de bana ilk adım atsın isterim, birinin gizli öznesi olmak isterim. Gizliden gizliye birinin içinde ben olmak, daha sonrasında benim içimde de yer edecek biri.. 
    Bence dünyanın en kolay işidir tebessüm oluşturmak, yok etmekte öyledir tabi. İki tezat kavramda çok çabuk oluşur, fakat yıkımı kolay telafi edilemez. Yıktıktan sonra ise farzedelim ki düzeltmek istediniz bu durumu; çaba gerektirir, sevgi gerektirir en önemlisi ise mutlu sonla biteceğine inanılması gereken inançtır. Eğer bir işin sonunda olumsuzluk şıkkı koyarsanız, o iş emin olun iyi bitmez. Çünkü kalbi kırık bir insanı yeniden kazanmak dünyanın en zor işidir. Madem kırdınız, e azıcık çekeceksiniz ceremesini.
   Ve şunu asla unutmayın, her insan bambaşka bir dünyadır. Eğer yaşamak istediğiniz yeri bulduğunuza inanıyorsanız, bir dakika bile zaman kaybetmeye, bahanelerinizle geciktirmeye izin vermeyin. Çünkü bu geciktirme başkalarına fırsat vermektir, çünkü bu geciktirme sonucu pişmanlıktır, çünkü bu geciktirme mutluluğu ertelemektir. Bugünler varken mutlululuğu yarınlara ertelemeyin, zaman çabuk geçiyor. . Şimdi sevme zamanı! :)

3 Nisan 2013 Çarşamba

Dikkat, Vize Geliyorum Demez! :)


          Ben bir üniversite öğrencisiyim. Bilmeyenler için söyleyeyim. Üniversite de  bilmem kaç türlü sınav varda. Asıl ve öz olanlar vize, final ve bütünleme oluyor. Şimdi buradan sonrası için anlatması karışık ama başladık madem devam edelim. Şimdi ilk sınav vize olarak adlandırılıyor. Bu vize sınavı sonucunda aldığınız notun %60’ı ile daha sonradan gireceğiniz final sınavının da %40’ı sonucu, birlikte oluşan bu not, sizin dönem sonundaki harf notu değerlendirmenizde ortalamanızı oluşturuyor. Eğer finalden de 50’den düşük bir not alırsanız veya vize-final ile oluşan not ortalamanız, sınıf ortalamanızdan düşük olursa da son kurtarma sınavı olan bütünlemeye kalıyorsunuz. Genelde öğrenciler arasında “büt” diye kısaltılan bu sınavı da geçemeyince, maalesef seneye alttan ders olarak tekrar karşılaşıyorsunuz.
         Neyse burası teferruat kısmı zaten. Ben size bunların arka planını anlatacağım. Yani öğrenciler arasındaki konuşmaları J Bu vize haftaları kalabalık sınıfınızda dönüpte size selam bile vermeyen insanlar bir anda (öğrenci tabiriyle) kankanız olabilir. Kanka sandığınız insanlarla da aranız muhakkak açılır. Daha sonra fotokobiciyle birden samimi olmaya başlarsınız. Artık sizin için o mübarek notların bulunduğu yol bir; evinizin yolu iki olmuştur. İşte size o hafta oluşan diyaloglardan bazıları;

+ Hocam nerden çıkar, nasıl sorarsınız?
- Fix cevap; ben ne anlattıysam ondan sorumlusunuz (= hoca burada BÜTÜN KİTAP demek istiyor)

+ Amaaan finalde geçeriz. Olmadı büt, olmadı seneye (= çalışmamış ama kendini teselli etmeyi bile örnek öğrenci, dünya umurumda mı sanki havasındayız)

+ ”Oğlum ben çalışmadım, bana bişi sorma" (= diyerek her ne hikmetse o sınavlardan en yüksek notu alan arkadaşların dedikleridir bunlar)

+ Benim çok arkadaşım var, yeter ki işleri düşsün. (notları tam olan öğrenciden duyarsanız bunu)

+ Gözetmen: " Hadi arkadaşlar sınav başladı, küsün birbirinize" (= aslında burada önümüz kesilmese mükemmel dostluklar çıkarılıyor)

+ Kanka gel sana yemek ısmarlayayım. (= önce yumuşatmak lazım tabii)

+ Arkadaşlar sorular gerçekten kolay, dikkatli okuyun, hata yapmayın, birbirinize bakmayın, hatalı soru yok siz yeteri kadar çalışmamışsınız, elbette zor soru olacaktır bir iki tane, sonuçta en iyi çalışanı diğerlerinden elemek lazım. (= Hocalarımız bize sınav motivasyonu)

+ Fotokobiciyle kanka olduğumuz, fiyatta indirim yapmaya çalıştığımız haftalara ne denir?
- Vize Haftası

       En önemlisi de söylemeyi unuttum. Vize haftası, yaklaştığını hiç belli etmiyor. Bir anda “ne ara sınav haftası geldi yaa”  moduna düşüveriyorsunuz. Eğer yüksek ortalama yapmak niyetindeyseniz vizeyi önemsemeniz gerek malum %60 az bir oran değil. Ama genelde öğrenci milleti finalle arasını bozmamaya bakar. Canım ya acıdım şimdi vizeye, bildiğin önemsemiyoruz.
      Son olarak, "Öğrenci, 150 sayfalık kitabı 7 haftada bitiremeyip, 1 gecede hatmedebilendir." sözüyle noktalıyorum. Bu da biz öğrencilerin özlü sözü, misyonu, vizyonu, her şeyidir 
J