27 Şubat 2014 Perşembe

Yalnız İnsan = Yalın İnsan

   Siz bilmezsiniz belki ama yalnız insandan zarar gelmez kimseciklere.
   O ki duvarlarla konuşmayı bilen, her gece vicdan mahkemesinde hem karar verici hakim hem de suçlu, o ki keşkelerin içinde boğulmuş, acabalarda yüzen insan. Tutupta sizinle uğraşmaz, vakti kalmaz ki kendinden.
   Siz bilmezsiniz ama yalnız insan, vicdanlı insandır. Yalnız insan demek önce kendini sınayan demektir. Yalnızca duvarlar ve kendisi ile kalan insan demek; tüm korkuları ile yüzleşmiş, kendinden başka kimseye güvenmeyen- güvenemeyen insan demektir. Kaybedecek bir şeyi olmayan yalnızdır işte bu kadar basit. Hayat denilen bir satranç oyunundan ibaret olsaydı  piyonda o olurdu, şahta.
   Aslında olay çok basit. Yalnız insan, yalnızdır işte! Hayatın hüznü - mutluluğu, kötülüğü - korkusu, vicdanı - merhameti içinde, en derinlerinde saklı insandır yalnız insan. Ne desek tarifi az, duvarların dili olsa da konuşsa. Ne düşünür, ne yaşarlar. Gece uyku ile iç ses arasında ne savaş verirler kimse bilemez. Gündüz mutlu maskesini takınca gerçekten mutlu olurlar mı bilinmez.
   Yalnız insan, güçlü insandır muhakkak. Tüm hayatın yükünü sırtında taşımak, kimseden takdir görmemek, sevgi sözcüğü duymamak, kitaplarla yaşamak, hayallerle uyanmak yalnız insanın marifetidir.
   Yalnız insanlar bilir ki, kitaplar onların tercümanıdır. Yaşamak istedikleridir. Hala içinde taşıdıkları umudu, yaşama direncidir. Bu yüzden yalnız insan sizi sevdi mi, kitap gibi sever, bir şiir gibi. Çok çabuk okumak istersiniz, lakin hiç bitmemesini dilersiniz.
    İşte bu sebeple bilmelisiniz ki yalnız insanlardan zarar gelmez kimseciklere. Çünkü yalnız insan, yalın insandır. Okunmayı bekleyen kitaplar gibi, dinlenmesi gereken müzikler gibi, fethedilmesi gereken bir şehir veya izlenmesi gereken bir film gibi yalnızca ve yalınca keşfedilmeyi beklerler. Bütün dertleri değerli olmak ve bir gönülde yalnız olmaktır. Soğuk ve rutubetli bir odada yalnız kalmak değil.

7 Şubat 2014 Cuma

Asla Yapmam Deme, Yapıpta Gitmenden Korkuyorum!

   Kadın: Beni ne kadar seviyorsun Murat?
   Erkek: Seni ne kadar sevdiğimi tarif edemem. Seni sevmek için bir nedene ihtiyacım yoktu çünkü, birden kafamı arkaya döndürdüm ve sen oradaydın. Görmemem mümkün değildi. Çünkü bir sürü insan arasında parlayan tek bir güneş vardı.
   Kadın: Sorumdan mı kaçıyorsun bana mı öyle geliyor? :)
   Erkek: Hayır prenses. Demem o ki, sana bundan sonra ömrüm yettiğince seni seveceğim desem korkarım. Ya yarın nefesim son bulur da ben seni az seversem? Ve fakat Daha 50 yıl ömrüm olduğunu bilsem yine korkardım. Düşünsene 51.yılın ilk günü güneş hiç doğmayacak. Senin sevgin ne kadar ömür biçsem az gibi, ne kadar anlatsam eksik ve ne kadar kullansamda bu ömürden fazla, çok fazla.
   Kadın: Güneşin doğması için bir dünyaya ihtiyaç vardı Murat. Aydınlatabilmek için önce karanlık gereklidir. Birinin ışığı beklemesi gereklidir. Bu karanlık bir evde butona basmak gibi. Biri gidip ışığı açan butona basmazsa ampul nasıl yanar? Sen benim içimdeki dünyasın, orayı yaşanılabilir kılan ne varsa sensin. Benim parlamam için sana ihtiyacım var Murat. Ben artık sensiz yapamam, zinhar senden başkasına parlayamam, parlamam!
   Erkek: Hayır prenses. İnsan neyi yapmam derse şeytan bunu görev bilir ve onu yaptırana kadar asla durmazmış. Yapmam deme ama elimden geldiğince de ömrüm yettiğince de, bu prensesin elinden geldiğince, onun anladığı dillerden hallice seveceğim seni de. Ama asla yapmam deme. Senden başkasına güneş olmak istemiyorum de ama olamam deme. Çünkü insanoğlu yasaklanan ne varsa sever prenses. Aynı Adem'in yasak olduğunu bildiği halde elmayı yemesi gibidir bu. Kendine yasaklar koyup, beyninin onu cazip hale getirmesine izin verme.
   Kadın:  Adem'e cazip gelen o elma, benim içinde sensin sevgilim :) Öyle ulaşılmaz, öyle çekiciydin ki, ısırmasam aklımda kalır, ısırsam binbir bela ne yapmalıyım peki?
   Erkek: Bu elma sana sunulan bir hediye. Lakin başka elmalara bakarsan orası fena?
   Kadın: Ne yazık. Başka hiç bir insan senin tırnağın olamıyorken bunları düşündüren zihnime kızıyorum. Özür dilerim.
   Erkek: Bak yine büyük konuşuyorsun :) Elif Şafak' ın bir sözü var bilir misin? "Mutlu bir çift gördüğünüzde Allah bozmasın demeyin. Çünkü Rabbim bozmaz; insanlar bozmasın yeter." Sende bize nazar değdirme prenses. Allah bozmasın ki kullarına bozma şansı vermeyelim.
   Kadın: Öyleyse Allah nasip ettiği sürece...
   Erkek: Sonsuza dek..

3 Şubat 2014 Pazartesi

Aşkın Ne Çok Rengi Var

   "Aşkın ne çok rengi var." dedi kadın.
    Kadın: Kiminin ki mavi. Gökyüzü mü dersin, deniz mi bilemem. Ama genelde gökyüzüne bakan insanın bir duası vardır; ya çoktan kaybetmiştir sevdiğini onun için dua eder ya da yıldızlara bakıp dilek diler gelmeyenler için, hala umutla yaşama tutuna bilmek için.
    Erkek: Peki ya deniz?
    Kadın: Deniz demek, içinden atamadığın demektir. Deniz yosunu sevmez mesela, onu kirleten bir şeyi neden sevsin ki? Lakin onu içinden de atamaz, nasıl ki balık susuz yaşamazsa denizde yosunsuz yaşamaz. Gizliden gizliye bilir çünkü içinden atamadığı, atmaya kıyamadığıdır o. Bu sevdiğin adamın veya kadının seni aldatması gibidir. İhaneti kabul edemezsin lakin sevmektende vazgeçemezsin. O anlar mı değerini? İşte orası muallak.
    Devam eder konuşma bu sefer renklerden beyaza gelir sıra.
    Kadın: Beyaz saflıktır, henüz kirlenmemektir. Çocukluktur beyaz. Hiçbir şey bilmeden büyümek istemektir. Büyüyünce beyazın kıymetini anlamaktır. Belkide bu yüzden siyah vardır. Büsbütün beyazlığa bir damla siyah döküldü mü vay haline. Artık her şeyde bir siyahlık vardır, şüphedir bu.
    Erkek: Siyah ağıttır. Göz damlalarının hiç durmamacasına aktığı cenaze törenidir o. Kayıptır. Beyaz bir çocuksa, siyahta onu büyüten babadır. Hiç kimse sonsuza dek masum ve saf kalamaz. İnsanoğlu öyle ilginçtir ki hem giden çocukluğuna üzülür, hem de başkasının çocukluğunu çalar. Bir erkek bir kadının hayallerini çalar. Bir kadın, bir annenin evladını çalar. Bütün bunlar siyah işte. Bir ömre yayılacak karartılıklar bunlar.
    Kadın: Peki ya kırmızı? Kırmızı sana ne ifade eder?
    Erkek: Kadının sevdiği gülün rengi kırmızı. Tutkunun rengi kırmızı. Bir erkeği baştan çıkaracak kırmızı. Bir kadının, başka bir kadının mutluluğunu çalması kırmızı. Kırmızı bir tek gülde masum herhalde. Tabi dikenini maruz görürsek.
    Kadın: Bir sürü renk ve bunlara verebileceğimiz bir sürü anlamlar var. Bakış açılarına göre değişir bu. Ama ben gökkuşağından yanayım. İnsan ne olursa olsun şiddetli gök gürültülerinin peşine canlı renkler koymalı. İşte bu da gökkuşağının işi.
    Erkek: Demesi kolay tabi. Uygulasana bir de!
    Kadın: Sana bir örnek vereyim. Hasta oluruz değil mi? Tadını sevmesekte, midemizde bulansa o ilaçları kullanmak zorundayız. Yaranın üstüne merhem sürmek zorundayız ki iyileşsin değil mi? O an hiç istemesende, canında yansa bunu yaparsın. Neden? Çünkü bilirsin şimdi döktüğün gözyaşları sağlığın için. O ilaçlar kullanılınca sağlığına kavuşacaksın. İşte bu yüzden o acıya dayanırsın. Yaşamakta böyledir işte. Ben sana kahverengi olma demiyorum, siyahta olma demiyorum. Tabiki ol, siyah olmadan beyazın kıymetini anlayamazsın çünkü. Lakin sonunda bir iyilik bulacağını bil. Unutma hepimizin yosunları var, içimizden atamadığımız atmaya kıyamadığımız. Lakin önemli olan yosunu dışarı atmak mı? Yoksa yaralarına basmak mı? İşte bütün mesela bu.