6 Mayıs 2014 Salı

Minik Bir Çakıl Taşı Hikayesi

   Bazen masaya bir otursam saatlerce yazarmışım gibi geliyor.
   Bir bıraksalar, döksem içimi uçsuz bucaksız..
   Birinin anlamasına gerekte yok. Zaten "sizin anlattıklarınız yalnızca karşınızdakinin anlayabileceği kadardır" öyle değil mi?
   Hem benim gördüğüm mutluluk tablosu, sende de "mutluluğu" ifade etmez ki. Bu yüzden insanlar farklıdır zaten, biri beyaz görür diğeri siyah. Biri yeşil der, diğeri mavi.
 
   Birini sevmek demek, karşılığını almak demek mi mesela? "Aşkta gurur yoktur." gibi cümlelerle sakın gelmeyin bana. Aşıksam ve gururluysam peki? Onu gördüğümde sokak değiştirecek kadar gururlu, adını dilime yasaklamışken kalbimin sesini kısamayacak kadar da aşıksam ne yapmalı?
   Bir gün görmemek bile çok geliyorken sevene, ben onu görmeyeli hayli uzun zaman oldu demektir. Yüzünün her hattı, gülümseyince oluşan yanaklarındaki çizgiler, parfüm sıkmasa bile kilometrelerce öteden hatta hafif bir meltem ile burnuma kadar getiren o amber kokusunu ne yapmalı peki? Teni mis, eli pür hürriyet kokan adam.
   Benim onu hissetmeme, görmeme gerek yok ki.
   O benim gökyüzüm.
   Bakmaya bile ihtiyaç duymadığım.
   Adını mıh gibi aklımda tuttuğum. Kimseler anlamasın, almasın onu benden diye, kendime bile yasaklar koyduğum...
   Benim mutluluk tablom, onun yüzüymüş demek ki. Ben çok önceden çizilmiş bir tabloya yeni kavuşmuşum demek ki. Yıllar yılı her resimde onu aramış ama hep bir parça eksik bakmışım.
   Sonra bir gün, ilk görüşte..
   Öznesiz cümlenin, yıllar yılı cümlelerde saklanan o gizli öznenin kim olduğunu bulmuşum meğer.
   Kitaplarda sayfalarca aradığım her şey bir bedende toplanmış meğer.
   Gök gürültüsünden korkunca sarılacağım adam, başını omzuna koyacağım adam, elimi ısıtacağım adam, yemekler yapacağım adam, kahve içirip kırk yıl hatır isteyeceğim adam oymuş meğer.

Elması işleyen biri olmasaydı ne olacaktı? Kimsenin varlığından habersiz bir çakıl taşı olarak günden güne solacaktı. Lakin biri çıktı, işledi onu. Değer verdi, süsledi. Sonra o taştan mücevherat oldu, bir kadının mutluluğu oldu, evlililiğin simgesi oldu. Nitekim elması keşfeden bir adam oldu.
   İnsanlar da böyledir işte. Kadın olsun erkek olsun kalpleri birbirine işlenmeli, elleri kenetlenmeli ki, hayat olsun, yoldaş olsun. Eş olsun, yuva olsun.. Fakat doğru çakıl taşını, doğru işleyecek insanlar bulsun.
   Tıpkı çakıl taşı kadar minik ve keşfedilmemiş yüreğimin beklediği o adam gibi..
   Tıpkı tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi..
 

4 Mayıs 2014 Pazar

Gündüz & Zeytin Dalı

Size hiç olur mu?
Böyle en derinlerde aslında gücünüzün tükendiğini hissedip, beş dakika sonra tutunacak bir zeytin dalı aradınız mı hiç?
Hala yaşamak için, hala hayattan zevk alabilmek için lazım olan bir zeytin dalı..

   Saat 03.40.
   Zorum ne benim?
   Neden uyumuyorum?
   Nedir bu kadar düşündüren?
   Nedir uyutmayan bu denli?
   Halbuki güneşli bir gün, bir çocuğun gülümsemesi, belki bir kitap ya da bir papatya mutlu edebiliyorken beni. Geceleri bir şeyler oluyor nedense. Bu oda gözüme çok büyük görünüyor, yatak fazla yalnız. Kulaklığımdaki müzik fazla acıklı, atılan mesajlar fazla samimiyetsiz. Bu oda soğuk ciddi anlamda üşüyorum. Aslında kalbim üşüyor görüyorum ama ne yapabileceğimi bilmiyorum.
   Her gün bir neden buluyorum. Yalan dünyaya ayak uydurabilmek için kendime bir neden daha buluyorum. Hayallerime bir adım daha atıyorum. En azından, istikrarla, her gün doğan güneşe bunu bir borç biliyorum. Onun ne günahı var ki, o kadar aydınlatıyorken etrafı, karşılığını almalı bence.
   Bazen üzerimde güneş, benim içimde yağmurla dolaşıyorum. Kalbimde bir poyraz. Bir şeyler eskisi gibi değil artık biliyorum ama o küçük kız çocuğunu kaybetmek istemiyorum. O masum, her şeyden habersiz, tek derdi 18 yaşına girmek olan kız çocuğu. Hesapta özgür olacağız ya. Peh..
   Bize hiç söylemediler ki, kitaplarla boğuşurken bir de para hesabını öğrenmemiz gerektiğini. Gurbette aile özlemine, bir de sevda ekleneceğini. Arkadaş kazığı yiyeceğimizi, dost kazanacağımızı. Kimse söylemedi bize, kimse fikrimizi sormadı.
   Düzen kuruluydu, şu okul bitecek diğerine başlanacak. O bitecek, bir diğeri. Askeriydi, evliliğiydi... Geriye dönüp baktığımda hayatımdan geçip giden zaman ve içi boş bir kalabalık görüyorum şimdi. Bir zamanlar kafama taktığım insanlar puf olmuşlar sanki. Hiçbiri yok. Tek bir şey var geride. Geçip giden dakikalar ve değerini bilmediğim şu zaman.
   Saat 04.04
   Hayatımdan 24 dakika gitti. Niçin?
   Saçma bir iç boşalması. Belki anlaşılma umudu. Belki insanlara sitem. Belki biraz ilgi görme umudu.
   "Bende senle aynı durumdayım" cümlesini duyarak kah yetinme arzusu.
   Hızla geçen zamana ayak uydurmaya çalışan lakin içi ağır çekim yaşayanlara gelsin bu cümlelerim. Gceler hep böyledir hep ağır, hep sessiz.
   Bana gündüzlerle, zeytin dalları ile gelin..