28 Eylül 2013 Cumartesi

Mükemmel Bir Yazı /Alıntıdır!

Kızlarınızı iyi yetiştirin;
Kendi kendilerine yetmeyi öğretin.
Namuslu olmanın yürekten geçtiğini öğretin.
Evden çıkar çıkmaz ilk köşede eteğinin boyunu kısaltmasına gerek olmadığını öğretin.
İstediğini giymeyi öğretin.
İnsanın ahlakının sadece kendi beyninde olduğunu öğretin.
Kıskanılmanın sevilmeyle aynı olmadığını öğretin.
Kıskanılmanın güzel, saygısızlığın kötü olduğunu öğretin.
Beni çok kıskanır, dışarı çıkarmaz, şunu bunu giydirmez diyen adamla gurur duymamayı bunun aslında kendine hakaret olduğunu öğretin.
Arayıp neredesin; kiminlesin vs. diyen adama seni tanımadan önce nasıl davranacağımı bilmiyor muydum haddini bil demeyi öğretin.
Eşlerini aldatan erkeklerin yanındaki ikinci kadın olmamayı öğretin.
Oğullarınızı iyi yetiştirin;
Karşı cinse saygı duymayı öğretin.
Gece yarısı evine geç dönen kadının, her kısa etek ile dolaşan kadının “aranmadığını” öğretin.
Bir kadının omzuna arkadaş olarak da sarılabileceğini öğretin.
Dokunmaktan korkmamasını öğretin.
Sevmenin değer verme olduğunu öğretin.
Sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu öğretin.
Bulunmaz hint kumaşı olmadıklarını; olsalar bile burun silinen mendillerinde kumaştan yapıldığını; hiç kimseyi küçük görmemeyi öğretin.
Ama bunları önce kendi içinizdeki çocuğa öğretin.

/Prof. Albert Einstein, Eylül 1946
ABD Toplum Gönüllüleri Vakfı'nın düzenlediği bir Konferans konuşmasından alıntı

6 Eylül 2013 Cuma

Acınası Kısır Döngü!

   Bir akşam yemeği dönüşünde yazıyorum bu yazıyı sizlere. Bilmem sizde de öyle midir ama bizim evde akşam yemeği sırasında haberler açıktır. Ne yalan söyleyeyim şimdi ben haberleri sevmem. Ne iştah bırakıyor bende, ne de hayattan zevk.
   İşin ilginci yazdığım yazılardan dolayı çevremden şu tepkileri alırım. Gerçekten bu dediklerini uyguluyor musun? Hiç mi umudun kırılmıyor yada hep böyle güçlü mü durursun? vs. sorular duyuyorum arkadaşlarımdan. Yahu bende insanım. Kızıyorum, ağlıyorum, nefret ediyorum, hatta belada okuyorum :) Kıskancım da, yeri gelir bencil de olurum, belki sana göre sinirliyimdir, diğerine göre dobra. Yani insana konulan tüm sıfatlar ben oldukça, siz oldukça yaşamaya devam edecek. Kimse dört dörtlük değil, bu duygular hepimizde var. Ama benim size söylemek istediğim, üstüne basa basa yazdığım şeyler hep aynı kapıya çıkıyor aslında. Önemli olan senin nasıl olduğun değil, emin ol kimse senin nasıl olduğunu önemsemez. Önemli olan senin nasıl baktığın. Sana göre dünya cennet mi? cehennem mi? Önemli olan nefes almak mı? yoksa aldığın nefesi verirken neler yaşadığın mı? Hiç misin, her şey mi? Sen onca buna karar ver. Sen nasıl bakarsan neticesinde dünya sana ya yük olacak yada yoldaş. İki seçenek var yani.
   Gel gelelim haber şöyle şekilleniyor. 10 yaşında bir kız arabada uyuyor, cam hafif aralık. Adamın biri o camdan elini uzatıp kapıyı açıyor ve hazin son, günümüzün acı gerçeği olan tecavüz! İnanın bana haber nerede olmuş ve devam eden diğer haberleri kulaklarım duymadı sanki. Ben hep o haberde kaldım. Nasıl bir zihniyet bu kıza onu yaşatabilir. Gencecik, daha yeni filizlenen bir tohum açmadan göçtü gitti. Niçin? Bir anlık zevk için, afedersiniz ama o adamın uçkuru için bir hayat gitti. Peki sorumlusu kim? Kim çekecek bu suçu? Bilmem kaç yıl hapis yatsa çözüm mü şimdi.
    Bu olaylar yüzünden hayattan korkuyor insanlar. Anneler- babalar bu yüzden "ben sana güveniyorum, çevreye güvenmiyorum" dermiş meğer şimdi anlıyorum. Gel gelelim sen veya ben bunu anlayacağız diye  o kız mahvolmasaydı iyi değil miydi? Ne yazsam şimdi yetersiz kalır. Ne söylesem söyleyeyim bu yaşanmışa derman değil. Yazıyorum sana çünkü; görüyorum ki kötü şeyler oluyor, seni de korumak istiyorum. Ama kendini dünyadan soyutlayıp, korkmanı da istemiyorum. Söyle bana kardeşim var mı bunun bir yolu? Ne yapmalı şimdi? Polyanna mı olayım sana, yoksa Pinokyo mu?

Ne Arıyorsan Önce Kendi İçinde Bulacaksın..

   Bir şarkı mırıldanıyor kulağımda tam da günün bu saatinde. Bedenim burada olabilir fakat, ruhum dinlediğim müzikle apayrı yerlerde. Ve şarkı devam eder.. "Gitmek kolay, ya sonrası?"
   Bir şehirden gidebilirsiniz, bir kitabı okumaktan vazgeçebilirsiniz. Bir şarkıyı silebilirsiniz, bir insanı artık unutmak isteyebilirsiniz. Bunların hepsi bir seçenek. Gel gelelim sen kendi bedenin altında, daracık bir dünyada sıkışmışken ne hacet? Ne anlamı kaldı gitmenin söyler misin? Sen gitmeyi seçtin çünkü; kalınca da yapamıyordun. Gittikçe düğümler artıyor, arap saçına dönüyordu hayatın değil mi?
    Şimdi beni iyi dinle. Sen kendini bilmedikçe, içindeki ses sana ne istediğini söylemediği müddetçe üzgünüm sana yardım edemem. Bu yazılar ancak sana yol gösterir. Ama aradığın soru neyse cevabını veremez. Cevabı sen bulacaksın. Onun bunun ne dediğine değil, kendinin ne istediğine bakacaksın ve sonra bir karar vereceksin. Sonucunda kaybeden sen mi oldun? Kaybet! O seni sevmedi mi? Sen sevmeye devam et! Hayalin olan meslek çok zor, belki yıllarca uğraşacaksın ve parasız mı kalacaksın? Sonunda hayaline kavuşmak varsa pes etme! Ama ne istediğini bil.
   Bide madalyonun öteki tarafına bakalım senle gel. Farzedelim ki yapamıyorum diyerek çekildin bir kenara. Kalabalığın ortasında yalnız kalacaksın, elini uzatınca tutabileceğin kadar yakın ama bir o kadar uzak olacaksın insanlara. Çünkü bedenin orada olmayacak. Gülümseyeceksin, için buruk bir şekilde, bomboş bir surat ifadesi ile. Tanımayanlar bilmeyecek gülüşün gerçek mi sahte mi? Ama sen bileceksin işte. Aslında neyi istediğini fakat zamanında kolay yolu seçtiğini yalnızca sen bileceksin. Neyi istediğini, neyi aradığını bilmeyerek yoluna devam edeceksin.
    Şimdi diyeceksin ki yüreklendirmek kolay alıyor musun tüm sorumluluğu? Alıyorum. Neyi seçersen seç bazen kırıkların, parçalara ayrılmışlığında olacak. Ama ne istediğini bildiğin müddetçe, küllerinden doğmayı da öğreneceksin. Bazı parçalar eksik olacak, bazıları yeni. Ama er yada geç seninle kusursuz uyuşan parçayı bulacaksın eminim.
    Son olarak sözlerimi çok sevdiğim bir yazar olan Aret Vartanyan ile noktalıyorum. İşin özü yani bu yazının amacı tek cümledir! "Duymak zorunda olduğumuz ama duymamak için gürültü yaptığımız o fısıltı, her şeyi anlatıyordu."