30 Kasım 2014 Pazar

Kayıplara ve Yaşanmışlara

Arada kalbimin yerini yokluyorum bende.
Arada dönüpte sesine kulak veriyorum.
Atmıyor, hiç ses yok..
   Tekrardan heyecanlanması, tekrardan kıpırdanması için neleri mi vermezdim? Olmuyor.. İnsanoğlu bir o kadar aşka düşmek isterken bir o kadar da korkabiliyor. El ele tutuşanları görüp iç çekerken, elini tutmak isteyenlerden kaçabiliyor. Bazen tek istediği "günaydın sevgilim" mesajı iken, bazen günün ortalarına doğru arkası kesilmeyen mesaj trafiğinden sıkılabiliyor.
   Böyle insanoğlu var, tıpkı BENİM gibi..

Bir o kadar yorgun, bir o kadar güçlü hissediyorum. Ben incitecek kimse yok, birinin dırdırını çekmek yok, acaba şimdi napıyordur? sorusunu sorduran yok ve daha niceleri...
   İyi ki  de yok diyorum kendime. Önceden sevdin de noldu? Aldatılmayı mı sayayım yoksa seninle olmaya gücü yetmeyeni mi? Yalancıyı mı yoksa ümit vereni mi? Çeşit çeşit insan ve eminim her birimizde anlatılması beklenen çeşit çeşit hikaye..
   Oysa şimdi kendimi evi olmayan, sahipsiz, soğuktan donmuş, bir köşeye sinmiş bir kedi gibi hissediyorum. Biri başımdan okşasa nasılda peşine takılıp gidesim var.
   Sonra bir şey oluyor, ne oluyor tam bilmiyorum. Birden o eski, dik duran kişi çıkıyor karşıma. "Kızım sen neden akıllanmıyorsun? Sen hala anlamadın mı? Sen yalnızken en güzelsin. Bıktım ben seni uyarmaktan" diyor ve ortadan kayboluyor. Ve bende beni okşayan eli itip yürümeye devam ediyorum.

Yaşanmışlıklar, geriye bırakamadıklarımız, taktığımız maskeler ve daha nice nedenler bırakmıyor peşimizi. Oysa hiç düşünmeden, şüphelenmeden, sorgusuz sualsiz sevebilseydik birbirimizi. Belki bu kadar yalnız kalmazdık hayat perdesinde.
   Şimdi bir yanım aşka hasret, bir yanım eski benliğime.
   Nerede o özgürce koşan kadın? Nerede "ben sevmeyi seviyorum" diyen deli gönül?

En güzeliydi çocuk kalmak, büyükler haklıymış. Böyle dertlerimiz yoktu, kalbimizde ne varsa dilimizden de o dökülürdü ve ne önemlisi de sevdiklerimiz yanımızda olurdu.
   Büyüdükte ne oldu?
   Masadan kalktı birer birer dostlar, kimi büyükleri toprağa vermişiz, sevdiğim adam hani nerede? Kim bu yüzünde kırışıklıklar olan kadın? Kimin bu düşünceli çehre?

Büyüdükte ne oldu sanki? Ben size söyleyeyim.
Yaş basamağımız iki haneli,
Kalplerimiz yamalı.
Cebimiz gelecek umudu,
Dilimiz yaralı.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Allah'ın Selamı

Bugün sizlere aslında bir iki hafta önce başımdan geçmiş ama araya vize sınavlarım, hastalıklar derken yazma fırsatı bulamadığım bir olay anlatacağım.

     Her zamanki rutin günlerden biri, sabah kalkıyorsunuz, hazırlıklar, okula gitme vs. akşam oluyor okuldan çıkıyorsunuz, yorgun argın geldiğim yurdumda yemekhaneye saldırdım. Her zaman oturduğum bir masa vardır benim, fix yani kaçınılmaz. -Doluysa o ayrı tabi- her neyse aldım yemeğimi oturuyorum, masamın bir ucunda da tanımadığım bir kız yemek yiyordu. -Bu arada şunu da vurgulayayım "kız" diye bir cinsiyet yoktur. Kadın ve erkek vardır. Lakin biz bunu insanlara öğretmek yerine sırf henüz yaşı küçük imajını vermek adına "kız" diyoruz. Yoksa bu kelimeyi kullanmıyorum. Doğrusu budur yani, sizde bilmeyenlere öğretin- Oturdum bende masanın diğer ucuna. Bir iki kaşık aldıktan sonra biri bana "afiyet olsun" dedi. Kim diye bakınıyorum ortada biri yok. Tanımadığım yabancı bana bakıp, gülümsüyor. İçimden Allah Allah bu kız ne diye gülümsüyor diyorum. Gene yemeğe devam. Tekrarlanıyor cümle. "AFİYET OLSUN" Ve yine kimse yok. En sonunda o yabancı kıza -artık nasıl bir bakış attıysam- bakıyorum.

      Sorgular gibi baktığım kesin. Kız direk açıklamada bulunuyor. "Bana öyle bakma. Seni tanımıyorum, sende beni tanımıyorsun. Sadece afiyet olsun demek istedim. Bunu demek için arkadaş olmamız gerekmiyor öyle değil mi?" dedi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum. Ne biliyim genelde insanlar masada yabancılara güler bir yüzle, afiyet olsun demez ki. En azından ben o güne kadar hiç denk gelmemiştim. 

      "Kusura bakmayın" dedim. "İlk defa başıma geliyor, ne güzel bir duyguymuş. Size de afiyet olsun. " dedim.

      Yemeğe devam ederken kızın söylediği sözler resmen içime oturdu. Utancımdan yerin dibine girdim ve kendimi baya ayıpladım. İşte konuşmanın bitirici sözleri:
"Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Allah'ın selamını vermek sünnettir. Neden aynı masaya oturan iki yalnız olarak selam vermeyeyim ki? Başka masada da olsan söylerdim. Tanımam gerekmiyor, aynı nimeti yiyen insanlarız biz." dedi. 

      Ekmeğin boğazımda düğüm düğüm olduğu ve gözlerim dolduğu doğrudur. O kızı tanımadım ama birden benim için herkesten önemli bir hale geldi. Benimle yaşıttı ama kendimden çok daha büyük gördüm bir an, çok daha olgun ve kesinlikle günümüz gençlerinden özgün. 

     "Çok teşekkür ettim, keşke herkes senin gibi olsa" dedim. Kusura bakmayın böyle olaylar günümüzde pek yaşanmıyor. İnsanlar tanımadıkları insanlara bırakın "afiyet olsun" demeyi, yolda yürürken üstüste çıkıyor."

Böyle bir devirde, bu davranış. Bana pes dedirtti! O pes kelimesini hem kıza söyledim, hem de kendime. Ben bu davranışı hiç gösterememiş ve hayatıma kollarını birbiriyle çarpıştıran ve sonrada dönüp özür dilemeyen insanlardan farksız devam ettiğim için çok üzüldüm. Belki ben dönüp özür dileyen biriydim lakin benden çok daha üst düşünceleriyle mükemmel yaşayan insan vardı.

     Önemli olan kim olduğunuzu ve kimseye benzemediğinizi keşfetmek. Evet, kimse dünyaya çivi çakmayacak. Ve evet acımasız bir gerçek var ki ölünce bir süre sonra unutulacağız. Lakin ölmeden önce bile, birinin hayatında bu tarz etki yaratmak, bence herkesin şanını yürütür. Tıpkı adını hala bilmesem de davranışını asla unutmayacağım bu kız gibi. 
Sevgilerle..

7 Kasım 2014 Cuma

Saygıdeğer Kaybedenler Sakinleri

Bu sefer size gecenin kör kuyularından yazıyorum.
Sokaklarda, caddelerde kulağınıza sessizce fısıldayan bir rüzgar, çantanızda kimlik bilgileriniz, biraz para, belki birkaç anı veya fotoğraf alarak yola koyuluyorum.

    Bu benim içime olan bir yolculuk olacak. İnsan gideceği her yere otobüs bulur da, içine bir türlü yol bulamaz. İşte bu gece, ben o yolu bulmaya gidiyorum.
    Aklımın başıma gelmesi ve sevda denilen lanete yüreğimin düşmesi bir hayli zaman önce oldu. En yakın arkadaşımı ve aslında "beni sevdiğini" sandığım adamı içime gömeli çok uzun zaman oldu. Benim gibi, bizim gibi insanlar hayatının geriye kalanını ne yazık ki "şüphe" diye bir kavramla geçiriyor. Artık bir insana bakarken kaşını, gözünü değil, acabalarını görüyorsunuz. İnanmak istiyor ve bir o kadar da insanlar kaçıyorsunuz. Sevmek istiyorsunuz ama yalnızlığa olan bağımlılığınızı da bırakamıyorsunuz.
    Peki neden mi böyle yaşıyoruz? Eğer biri gömdüklerimizi keşfederse, tekrar enkaz altında kalmayalım diye kaçışlarımız.

En kötüsü de enkazdan kaçmaya çalışırken, o enkazın içinde yaşamaya çalışmaktır oysa. İnsanoğlu bedenini her yere taşır, kendini her yerden kaçırır lakin kendisinden kaçamaz. Ben bu gece kendimi kaçmaya değil, kendimi bulmaya gidiyorum. Yanıma tüm enkazlarımı, sevinçlerimi, acılarımı, pişmanlıklarımı, kısacası her şeyi alıp gidiyorum.

Oysa insan büyüdüğünün farkına bile varmadan ne fırtınalar atlatıyor içinde.
Farkına varmıyor saçlarına aklar düştüğünün, farkına varmıyor gözaltı kırışıklıklarının.
Eğer sizinde içinizde bir enkaz varsa, hatta belkide birden fazla. Yaşamak için direnin olur mu?

    Bir neden de aramayın yaşamaya, keşfedilecek yerleri düşünün. Yolculuğa çıkın, biletlerini saklayın böyle bir sürü anınız olsun ama bunlardan önce içinize yolculuk yapın olur mu? Hiçbir yol, hiçbir yolculuk içinizdekiler kadar virajlı, bir o kadar da keşfedilmeye değer olamaz.

Biz, yani saygıdeğer kaybedenler sakinleri, kaybettiklerimi keşfetmeye ve henüz elde etmediklerimizi bulmaya hazır mıyız?
İki kişilik biletim var eğer gelirim diyorsan sende iki kişilik biletini al ve gel. Böyle bir zincir olunsun, sebep olalım insanlara.
Hep beraber dünyada hala umut var mı yok mu ona bakalım? Dünya üç beş iyi insanın selameti üzerine dönüyor derler, gidip o üç beş insanı biz bulalım..