29 Eylül 2014 Pazartesi

Gökyüzü Hala Bizim

Ama bir şey var ki, boğazımı düğüm düğüm eder hala.
O şey ki geceleri uyutmaz.
O şey ki şarkılardaki nota, yemekteki bir koku..
O şey ki ciğerime düşen ateş, gözlerimi doldurur..
    Artık daha sessiz günler. Karanlık artık daha da koyu.
    Aydınlık bir gelecek var biliyorum ama ben büyümeyi hiç sevmiyorum. Ben büyüyorsam annemle, babam aynı yaşta kalsın. Onlar hiç gitmesin istiyorum.
    Bir gün açıklayıcı cümleler kurmadan gözlerimle anlaşılmak istiyorum.
    Bir erkek tarafından delice sevilmek istiyorum. Zamani gençleri gibi değil ama eski kafalı olsun istiyorum. Bana son model telefonuyla sıradan mesajlar yazmak yerine, kitap mısralarından alıntılarla günaydın yazsın istiyorum.
    Babaannem beni gökyüzünden izlediğinde gurur duysun istiyorum. Ki o gittiğinden beri, ben yanlış bir şey yapmaktan korkuyorum. Beni yukarılardan izleyecekte, üzülecek diye aklım çıkıyor bazen.
    O gittiğinden beri içimdeki öfkeyi atamıyorum. Hayata değil isyanım..
    Benim isyanım, büyümek zorunda olmama.
    Benim isyanım, hayatın içindeki insanlara.
    Benim gibi ölüm acısı yaşayanlarda var hayatta. Sevgilisinden ayrılan da..
    İstediği oyuncağı aldıramadı diye babasına kızan çocuklar da var, ergenliğe girmiş depresyonda olanlar da...
    Kimi ailesinden uzakta okumakta, kimi bayrak altında vatanı korumakta..
    Kimisi son model arabasıyla sokaklarda, kimileri şu an dedikodu yapmakta..
    Belki tam da şu an bir bebek dünyaya geldi, ailesi mutluluktan uçmakta..
    Belki de birileri hayata gözlerini yumdu, geriye kalan ailesi dağılmakta..
    Her birimizde çeşit çeşit acı, çeşit çeşit dert. Her birimizde hayat kaygısı, her birimizde geçinme sıkıntısı. Hepimizin kalbinde bir sevda. Yani anlayacağınız hepimizin başında var bir bela. Herkesin acısı kendine büyük. Herkesin sevdayı anlatışı farklı.
    AMA UNUTMAMAMIZ GEREKEN NOKTA VAR Kİ; İsteklerimizin bitmediği bu dünyada, yarın gözlerini yumacak olan belki sensin, belkide benim.. O yüzden mirim;
Sabah kalktığın için şükretmeyi unutma,
"Seni seviyorum" demekten gocunma,
Tabağına yiyeceğin kadar yemek al, israf yapma
Büyümek için acele etme yada yaşlandığını kabullen, estetikle falan uğraşma.
    Çünkü insan her yaşta insandır. İnsan, her ırkta insandır. Lakin insan kalmak, insanlığımızı unutmamak çok başkadır.
    Bu yüzden mirim, göreceğimiz aydınlık günlerimize gelsin bu yazı. Aydınlık günlerimize ve gözlerini bu dünyaya yumsalar da, yüreğimize dokunanlara gelsin.. Unutma, gökyüzü hala bizim ve sen her halinle çok güzelsin..

15 Eylül 2014 Pazartesi

Babaannemin Gidişi ve Hayatın Devamı

O gün..
Aslında her şeyin bittiği ve bir o kadar da yeniden başladığı o gün..
Günlerdir içimde bitmek bilmeyen yangın..
Öyle ki, bu yangın hiç sönmüyor..
Ben bilmezdim, birini kaybetmenin acısını bilmezdim senden önce..
Babaanne!
    Evet dünya faniydi, dünya ölümlüydü, içindekiler yalandı. Evet hepsini biliyorum. Doğduğum günden beri, adımın kulağıma ezan okunarak söylendiği ve yine o ezanlar sonrasında bir sela ile ölüm haberimin verileceğini anladığım o günden beri. Evet biliyorum, ölüm var.
    Her ne kadar bu gerçekle yaşasakta, o an gelince yani ölüm anı gelince, o gerçekler kabul edilmiyormuş. Bunu en yakınımı kaybetmeden önce bilemezdim. Ne yazık ki bazı tecrübeleri edinmenin bedeli çok ağır.
    Günlerden 4 Eylül 2014/ Perşembe. Saat 14.00 civarı çalan bir telefon. Sokağın başında iki tane ambulans. 45 dakika uygulanan kalp masajı. Ve o kalp masajlarına rağmen hayata dönemeyen Şefika Molla.
     Bunları yazarken bile hala inanamadığım, bir yerden çıkıp gelsin diye her kapıya uzun uzun baktığım bu günlerde ne yazık ki babaannemi kaybettim. Lütfen "ne yazık ki" sitemimi isyan algılamayın. İsyan etmiyorum ama bu durumu tarif edecek cümlelerde bulamıyorum. Bazen saatlerce ağlıyor bazen ise hayatın akışında onu bir dakika bile unuttuğum için kendime o kadar kızıyorum ki.
    Hayat öyle acımasız ki sevgili okur, hem tarifi olmayan acılar yaşatıyor, hem de o acılara alışabilmemiz için "unutmak" adında bir merhem uzatıyor. Halbuki bu acının, bu eksikliğin ilacı "unutmak" olmamalıydı.
    Kim unutmak ister ki? Kim hayatına aniden yerleşen bu boşluğu "Hayat devam ediyor" sözleriyle doldurabilir? Öyle diyorlar insanlar. Hayat devam ediyormuş. Sanki biz bunu bilmiyormuşuz gibi, Sanki bunu söyleyince sihirli bir değnekle her şey yoluna giriyormuş gibi. Onlar bilmiyorlar, lakin bunu milyonlarca kez söyleseler de, biz özlemeyi ya da ağlamayı bırakmıyoruz. Onlar bunu hala bilmiyor..
    O güne dönecek olursam, kapı açıldığında eline sarıldığım o kadın, buz gibiydi. Çok geçmeden cenaze nakil aracı eve geldi. Ve hayatımda bir daha asla görmek istemeyeceğim iki yabancı, babaannemi kucakladı ve gitti. O an aklımdan tek geçen 78 senelik bir devrin burada bittiğiydi.
    İçime düşen boşluk bir yana, en çok kızdığım, hiç bir şey olmamış gibi hayata devam etmek zorunda olmamızdı. Hem de öldüğü gün, hemen başlamak zorundaydık. Bazı şeyler bu kadar kolay olmamalıydı. Bu kadar acımasız.. Bu kadar duygusuz.. Ve bir o kadar da mecburi..
    Söylenecek o kadar çok söz var ki sevgili okur..
    Ama sözlerin bile düğümlendiği noktalar var.
    Onu bir gün unutmaktan çok korkuyorum ve en önemlisi ise bunun hemen olmasından korkuyorum. Çünkü kaç sene yaşamış olursa olsun, bir insanın kaybı "unutmak" kelimesi ile aniden merhem olmamalıydı. Bir insanın yokluğu bu kadar kolay kabul edilmemeliydi. Hayat acıma saygı göstermek zorundaydı. Bunu yapmalıydı!
    Şimdi dışarıdan gören insanlar sanıyor ki ben çok güçlüyüm. Duygularını yazarak ifade eden biri olarak, bu içimde yaşadığım duygunun bir damlası bile değil. O tarifi imkansız boşluk, henüz bu satırlarda değil.
    Bunlar Şefika Molla'nın gidişinin acı tecrübelerine bir adım.
    Bunlar olsa olsa bir genç kızın babaannesine duyduğu özlem ve anısına ait nacizane bir kaç satır..