7 Ağustos 2014 Perşembe

Aynı Yıldızın Altında/ The Fault In Our Stars

Hani bazen bir film izlersiniz ve etkisini üstünüzden atamayacağınızı düşünür, belirli bir süre o filmle birlikte yaşarsınız ya. Şu an ki durumumun tarifi tam da bu.
   Aynı Yıldızın Altında (The Fault In Our Stars) bu bir kitaptan çeviri. Yazar John Green kitabını okumak için malesef ki vakit bulamıyordum ama filmine gitmek için kendime söz vermiştim. Sonunda bugün bu fırsatı yarattım. Aslında film klasik bir aşk hikayesi. Kanser hastası bir genç kızın hayatıyla başlıyor film. Kız realist yani başına geleceklerin farkında ve ölmeyi kabullenmiş, hayattan kopmuş. Ailesi ve doktorunun israrı üzerine psikolojik bir destek grubuna katılıyor. Kendisi gibi kanserin türlü çeşitleriyle savaşan insanları görüyor ve içlerinden genç bir çocuğa aşık oluyor. O andan itibaren, kızın ve tabi ki ekran başında izleyenlerinde büyüsüne kapılacağı hikaye başlıyor.
   Peki film neden etkiliyor? diye soracak olursanız. August yani genç erkeğin hayata bakışıyla, benim bakışım hemen hemen aynı. Tek bir fark var: umudumu kaybetmekle, onu kazanmak arasında direniyorum. Küçükken psikolojik destek grubuna katılan biri olarak şunu demeliyim ki etkileri oldukça fazla. İnsanların ortak korkusu "ölüm" Benim ki ise "yalnız ve hatırlanmayacak bir hayat korkusu".
  Her zaman en azından birinin hayatını değiştirebilecek, biri için mucize yaratabilecek biri olmayı hedefleyen bir insan oldum. Hayatımdan silmek istediğim yıllarım olsa, kesinlikle lise olurdu. Düşünsenize oranızı buranızı kesiyorsunuz, ailenize baş kaldırıyorsunuz hatta evden kaçıyorsunuz, erkek arkadaşınız sürekli bir cinsellik fikrinde yada benimki gibi aldatıldınız ve bunun adına ne yazık ki büyümenin bir parçası olan "ergenlik" deniliyor. Telafi cümlesi ise "geçecek"
   Neden geçmiyor? İnsanoğlu neden unutma eylemini tam da gerektiği zamanlarda bir türlü kullanamıyor. Bir şeylerin üstü örtülüyor lakin unutulmuyor ya da tam anlamıyla temizlenmiyor. İşe yaramaz bir hayat geçirmek istemiyorum. Belki de bu yüzden evlatlık çocuk istemem, belki de bu yüzden Çocuk Esirgeme ya da Huzur Evi gönüllüsü olmam. Unutulmaktan ve değersiz olmaktan korkmak. Sürekli met edilmeyi beklemek belkide bu yüzden..
   Filmlerin gerçek olmadığını bildiğimiz halde yine de düşlemek belkide bu yüzden. Hala güzel şeyler olduğuna, olabileceğine kendimi kandıran ben bazen böyle de uçurumun kenarına gidebiliyorum. İnsanlar kanserle belkide dermanı bulunmayan hastalıklarla uğraşırken, "ben kendimi kalabalıklar içindeki yalnız kız çocuğu modundan çıkartıp yaşanacak güzel şeyler olduğuna ikna edemiyorum"
   Eğer direnip bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız -ki çok çok teşekkürler- hayatın güzelliklerine ve direnme gücünüze bir kez daha hayran kalın ve benim yerime kendinizi alkışlayın. Bunu hakediyorsunuz. Çünkü en zor şey insanın kendisiyle, kendi vicdanıyla savaşması. Eğer siz bu savaştan galip gelebiliyor ve yeni güne umutlar biriktire biliyorsanız, inanın bana siz gerçek bir savaşçı ve unutulmayan bir destana sahip olacaksınız.
   Eğer kendi küçük hikayenizi aylaşmak isterseniz de lütfen yazmaktan çekinmeyin. Belkide benim yazıl birine, birinin hayatı bana ışık tutacaktır. Yüzünüzden gülümseme, hayatınızdan umutlar hiç eksik olmasın.
Hoşça kalın..
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder